Hikmet Çetinkaya

Umudunu yitirme...

08 Haziran 2017 Perşembe

Gökyüzü sıkılmış bir yumruk gibi gergindi...
Gök yırtıldı birden. Mavi bir atlas kuşattı çocukların gözlerini...
Bir haziran sıcağında umutlarımızı rüzgâra verdik.
Sevdaydık biz, el kadar maviler döküyorduk serin vadilerde.
Homeros’un ışık sahilinde avuntular içindeydik.
Sığ sulardaydık!
Aydınlıksızdık!
Kan ısısındaydık!
Gerilerde kalan yılları arıyor gibiydik.
Gece çılgını mor sevdaların içinde büyürken Andre Breton, Paul Eluard, Turgut Uyar ve Cemal Süreya ile yolculuğa çıktığımız kış akşamlarını özlüyorduk.
“Dünya portakal rengi, dünya hep mavi miydi acaba”, diye hayatı kucaklıyorduk.
Akdeniz’in palmiyeli parkında, gençlik düşleri kurup karanlık denizlere akarken özlemlerimizle avunmayı yeğliyorduk...
Edip Cansever’den şiirler okurduk:
“Bir buluşma yeridir şimdi hüzünlerimiz
Biz o renksiz, o yalnız, o sürgün meduzalar
Aşar söylediklerimizi çeker gideriz
Ülkemiz, toprağımız her şeyimiz...”
Terk edilişlerin, özgürlüklerin o gizli duvarında yüreği tel örgülere takılmış kadınları ve erkekleri tanıdık.
“Herkes özgür olmadıkça kimse özgür değildir” tümcesini kendimize ilke edinmiştik.
Başta düşünce, ifade, inanç, eğitim, örgütlenme ve teşebbüs özgürlükleri olmak üzere tüm sivil ve siyasi özgürlükleri çoğulculuğun, barış ve uzlaşmanın temel koşulu olarak görürdük.
Bize hep hayata dair çok şey olduğunun sözünü verirlerdi.
Sonra unutulup giderdi...
Artık alışmıştık!

***

Uçsuz bucaksız bir deniz, bunalmış gibiydi kuş gölgelerinde.
Çaresizdik!
Yapayalnızdık!
Umudun resmini çizerdik bembeyaz bulutlara.
Tıpkı son fener bekçilerinin sessizliğinde...
Fesleğen yapraklarını koklardık sabahın aydınlığında.
Geceyle gündüzü karıştırırdık Homeros’un ışık sahilinde.
Yıldızlar göz kırpardı.
Louis Aragon’dan bir çift göz kapıların ardından Elsa’yı görürdü...
“Öyle derin ki gözlerin içmeye eğildim de
Bütün güneşleri pırıl pırıl orada gördüm
Orada bütün ümitsizlikleri bekleyen ölüm
Öyle derin ki her şeyi unuttum içlerinde...”
Alışmıştık kadına şiddete, onların öldürülmesine.
Çocuk gelinlere...
Bilirdik yargısız infazları, faili meçhul sandığımız, faili belli cinayetlere.
Hüzünlenirdik!
Temel insan hak ve özgürlükleri, insanlığın yüz yıllar boyu süren mücadelesiyle elde edilmiş kazanımlar olduğunu bıkmadan usanmadan söylerdik.
Türkiye’nin uygar bir dünyanın parçası olduğunu anlatırdık ve şöyle yazardık:
“Türkiye’nin temel hak ve özgürlükler açısından hak ettiği konuma getirilmesi, toplumumuzun beklentisidir...”
Sonra!
Bir toplumdaki en önemli güven unsuru, toplum içinde yaşayan bireylerin kendi hak ve özgürlüklerine saygı duyulduğuna olan inançlarıdır.

***

Balzac’tan Madam de Berny’ye mektupları okurken düşlerimizle çoğalıyorduk...
Gözlerimizde sevinç rüzgârları eserdi.
Mavileri aradık sonraki yıllarda.
Büyüklerimizden öğrendik mavinin özgürlük olduğunu...
Sevgi...
Barış...
Dayanışma...
Kardeşlik...
Aşk...

Nemli bir gecenin içindeyim...
Işık sahilinde...
“Oysa yaşlandıkça bulunur mavinin en iyisi, en güzeli...
Akasya çürür tren hızlanır eller ufalır gibi...
Kim yitirir sözgelimi bir başkasının bulunduğunu...
Evet kim yitirir kim bulur.
Herhangi bir akşam alacası değil ki bu”
Genç günler ötesinde durgun akan ırmaklara bakmaktan usanmıştık...
Ya şimdi?
Sunaklar yıkıldı artık.
Umberto Saba’nın yumuşak ve hüzünlü sesi duyulmaz oldu.
Umutlarımızı çoğaltmak gerek bir zaman dilimi içinde.
Sevgiyi temiz bir hava gibi içimize çekerek...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları