Hikmet Çetinkaya

Halkını Ezen Devlet!..

25 Mayıs 2014 Pazar

Karanlık sulara gömülmüş gibiydin.
Sessizdin, umutsuz!
Bir köle düzeninin tutsağıydın, kurulan tuzaklarda, serin çiy taneleri, yağmur, güneş altında...
Toprağın 400 metre derinliğinde!
Sesin soluğun kış günlerinde nasıl kesilirse, kanatların kırılırsa, hayatın ağırlığı sırtına binerse, kaygıların yamaçlarında bulursun kendini.
Köle düzeninin tutsağıydın sen farkına varmadan.
Yaşam hakkı, insanlık onuru, din kıskacı, şiddet, baskı ve zulüm...
Namludan çıkan polis kurşunu! Belki bilinmeyen bir kentin kapısında duruyorsun...
Mayıs ılık ve yapışkan bir fırtınaya dönüşmüş seyrediyorsun...
Kusursuz bir acıyla, hüznün öpüşüyle insanı kucaklayan gökyüzüne bakarken eski bir şarkıyı söylüyorsun!
Güneşin ve rüzgârın kollarında uyuyan bir çocuğu seyrediyorsun.
Ölen gençleri düşünüyorsun! Öfke ve intikam duygularını körükleyenlerin saldırganlığı karşısında yapayalnız hissediyorsun kendini...
Birbirimizi yediğimizin, tümleşemediğimizin farkındasın!
Düşünceyle sözcük arasında dolaşmaktan çok yorgun düştüğünü biliyorum senin.
Duygularını, acını, hüznünü! Ay bazı geceler alışılmış resimler çizer İstinye’nin lacivert sularında, Avanos’ta, İyonya kıyılarında... Bir yıldız kayar Behramkale’de...
Akan uyku değildir geceleyin, hayat kayıp gidiyordur avuçlarının içinden...
Bilmem anlatabiliyor muyum!

***

Hava sıkıntılıydı dün sabah senin söylediğin gibi...
Ölümlerle yatıp ölümlerle uyanıyorduk!
Ağlayan çocuklar, analar, babalar...
Başından ve çenesinden vurulan gençler!
Soma katliamının gerçeğini yazanların üstüne çizik atan iktidar, tekme, tokat, yumruk...
O katliam ilkel, ağır, vahşi çalışma koşullarının ürünü değil miydi bu çağda!
Evet “akan uyku değil”, aklımızdı aklımız...
Düşüncelerimizin darmadağın olması, düşünemeyip insani değerlerimizi yitirmemiz...
Bir çiçek atlasında ya da bir deniz suyunda çocukların ellerinde hafif bir dünya gibi duran yaşam sevinci...
Emeğimiz, özgürlüğümüz, iş güvenliğimiz!
Düşlerimizdeki o denizin köpükleri, öfke dolu bakışlar, “bizden olmayanlar başka kapıya” diyen haykırışlar, ayrımcılık, talan, rüşvet, köle düzeni...
Buğulu aynaların, ölmüş alevlerin içinde derin bir sessizliğin anlamı neydi biliyor musun?
Yıllar önce “Kocasinan Mezarlığı”nda oğlunun mezarı başında ağlayan anneyi düşündüm.
Bir bayram sabahı şehitlikte o anaların, babaların, eşlerin, kaybettikleri çocuklarının, eşlerinin mezarlarına çiçek dikmeleri... Doğan Öz’ü, Uğur Mumcu’yu, Musa Anter’i, Ahmet Taner Kışlalı’yı, Hrant Dink’i, Çetin Emeç’i...
Tüm faili belli ama meçhul kalan cinayetleri...
Onların katillerini...

***

Bu devlet, gelmiş geçmiş tüm iktidarlar hep halka karşıydı...
Bugün daha fazla karşı!
Demokrasi, özgürlük, hak, hukuk kavramları örtüsüyle bir acımasızlık tohumu yeşerdi...
İntikam!
Biat kültürü! Benden olmayana iş yok, hukuk yok, adalet yok!
Ve bunun adı laik demokratik hukuk devleti!
Kepazeliklerle dolu yargılamalar, devlet eliyle işlenen cinayetler, onlara göz yumanlar...
Adalet, hukuk duygusunun çiğnendiği bir süreçten geçiyoruz...
Aslolan iktidar hırsı, adalet ve hukuk kendilerine, kendilerinden olmayanlara değil!
Hrant Dink cinayeti, Malatya Zirve Yayınevi, Ergenekon, Balyoz, KCK, Devrimci Karargâh, Odatv, Poyrazköy davaları sadece birkaç örnek...
Din ve iman denilen şeyin tek başına bir anlamı olamaz...
Darbeci Paşa, 32 yıl önce “asmayalım da besleyelim mi” der, sandıktan çıkan “polis nasıl sabrediyor, anlamıyorum” diye kükrer...
Gaddardır devlet! Sağcı, solcu; dinci, dinsiz; Türk, Kürt, Ermeni, Laz, Çerkez hiç fark etmez...
Devlet halkını düşman olarak göremez!   



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları