Hikmet Çetinkaya

Dipten gelen dalga... (21.03.2017)

21 Mart 2017 Salı

Her şey tekdüze geliyor bize hayatın inişli çıkışlı yollarında... Yaşam aşkın içinde, aşk yaşamın içinde uzun bir yolculuğa çıkıyor...
Erik ağacı çiçeğe vurmuş, güneş yüzünü göstermiş...
Bahçede çocuklar oynuyor...
Bir sesle irkiliyorum:
Aşk mavisi tükendiyse de o boşuna denizde; tutku kaybolduysa bir gece yarısı; aşk uçup gittiyse yıldızlı gökyüzünde; hayata sımsıkı sarıl ve hiç bırakma sakın...
Zamanın sesini, hayatın akışını seyrediyorum takvimin sayfalarında.
Almanya, ardından Hollanda...
Ne demokrasinin beşiği sayılan AB ülkelerine ne de İslam dünyası içinde tek laik Cumhuriyeti kurmuş, kurtuluş ve kuruluş destanını yaratmış, Atatürk devrimleriyle çağdaş uygarlığa doğru toplumsal birikim kazanımlarına sahip Türkiye’ye yakışıyor.
Haftanın ilk gününde yazı masamda dünü, bugünü, hayatı düşünüyorum...
Yaşananların açıklanması, insan yüreği, uygarlık düzeyinin, bilincinin değeri böylesine kısır çekişmeleri hak etmiyor.
Türkiye’nin gözleri, aydınlanma süreci 1923’te başladı...
Azgelişmiş nice ülkeler daha yeni yeni uyanıyor...
Suriye’den Libya’ya dek Ortadoğu ve Afrika ülkelerinde iç savaş sürüyor...

***

Pazar sabahı gün ışıdığında uyanıp toprağın kokusunu içime çekerken sabahın perdesini araladım.
Martıların çığlığını duydum...
Denizin kıyısında, aynı günün gecesinde yıldızlarla konuştum.
Güneşin ışıkları kentin üzerine vuruyordu.
Kendi kendime mırıldandım Paul Celan’ın dizelerini:
Ölenin mezarına koy
yaşamak için kullandığı sözcükleri
Başını da yerleştir aralarına,
bırak kulak versin
özlemin kıskaç gibi
diline.
..........
Bir zamanlar ona
sen diyenden esirgediği sözcüğü de
Gözkapaklarının üstüne bırak;
tıpkı şimdi kendi eli gibi
çıplak bir el, ona sen diyeni
geleceğin yapraklarına aşıladığında,
Yüreğinden atan kanla, yanından
öylece gelip gittiği sözcüğü.
Bir süre göğe baktım sonra...
İçim titredi, başım döndü.
Kimi zaman ters fikirler, bir geleceği ortaya çıkarmak için kararlı işlevler çıkarabilirlerdi...
Zaten demokrasinin olmazsa olmaz kurallarından biriydi düşünceyi ifade özgürlüğünü yaşam biçimi yapmak...
Acaba niçin karşı fikirlere karşı bu denli acımasızdık; insanları, karşı düşüncelerinden ötürü dinleyeceğimiz yerde suçluyorduk!

***

Efendi düşünür...
Köle de düşünür...
Ancak köle efendisinin mantığına göre düşüyorsa, düşünüyor sayılabilir mi?
İnsan gibi düşünebilmek için, köle önce efendinin mantığına karşı çıkmak zorundadır.
Eğer bu işi kavrayamazsa, özgür düşünceden ve eleştirel akıldan uzaklaşır.
İnsanlık binlerce yıl emekledikten sonra insan gibi düşünmenin yolunu yordamını bulabildi; kurallarını koyabildi.
Hâlâ insanoğlunun bağımsızca düşünebilmesi çok güç.
Bağımsız düşünebilmesi için özgür birey olması gerekir. Biat kültüründe bu yoktur.
Geçmişte sosyalist dünyada olup bitenleri çoğunlukla Batı’dan öğrenirdik. Çünkü kapitalist dünyanın haberleşme ağı içindeydik.
İdeolojilerin yıkılması, tek kutuplu olarak ilan edilen yeni emperyalizmin düzenine geçişin sonrası tarihin sonu olmayacaktı elbet.
Tam tersi olacaktı...

***

Sosyal hukuk devleti, demokratik düzenlemeler ve insan hakları.
Dünya genelinde insan hakları ihlalleri yaşanmadı mı son 50 yıl içinde...
Dağlar, ovalar, akarsular, koylar, bükler çokuluslu altın avcılarına teslim edilmedi mi?
Ormanlar yok olmadı mı?
Türkiyede payını aldı, milyonlarca ağaç kesildi...
Bunları düşünürken dipten gelen bir dalgayla irkildim.
Bir pazar akşamı toprağın ve yıldızların kokusuyla uykuya yattım...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları