Hikmet Çetinkaya

Laiklik ve hukuk...

02 Mart 2017 Perşembe

Laiklik, yaygın bir söyleyişle, din ile devlet, dünya işlerinin birbirinden ayrılması; bir başka deyişle, devlet ve kamu etkinliği alanındaki kuruluşların yetkesinden bağımsız kılınması, birbirine karışmamaları anlamındadır...
Laiklik Türkçeye, Fransızcadan, laiklik teriminin eski Yunancadaki “laikos”, Latincedeki “laicus” kökünü oluşturan “laos”tan gelir. Türkçesi halk demektir.
Batı’da, önce Fransa’da yeşeren, oradan yayılan laiklik ya da “laik devlet” kavramı, din alanıyla dünya ve kamu işleri alanının birbirinden ayrılmasının bir devlet anlayışına dönüşmesi, modern çağın ürünüdür. Kişileri de yakından ilgilendirir.
Laik devlette, bireyler, dinsel
inanç ya da inançsızlıktan,
din buyruklarını yerine getirip getirmemekten dolayı kınanmazlar, ayrımcılık görmezler.
Özgürce ibadet ederler ya da ibadete zorlanmazlar...
İbadet özgürlüklerinin çerçevesi de kamu düzeni anlayışıyla çizilmiştir...
Laiklik, Rönesans ve Aydınlanma Çağı’nın ürünüdür. Özellikle kilisenin merkezi ve baskıcı yapısına karşı duyulan tepkiden doğmuştur.
Gelişmenin duraklarında “akılcılığın” ardından liberaller ve pozitivistler de laikliği savundular...
Umutlarımızı yeşertmek için ne yapıyoruz? Laik demokratik, sosyal hukuk devleti denilince ne anlıyoruz?

***

Demokratik, sosyal hukuk devleti bireylerin kendini güvende hissetmesini sağlar, bu da topluma mutluluk verir.
Diğer taraftan mutsuz bir yaşam biçimi, renksizdir ve hiçbir anlam içermez.
Dr. Victor Pauchet, “Mutluluk Yolu” yapıtının bir yerinde şöyle der:
“Dünya yüzünü mutluluk ve sevi kapladığı gün kötülükler ortadan kalkacaktır.”
Temel hak ve özgürlükler olmadan mutlu olunmaz...
Eğer bunlar olursa dudaklarda bir gülümseme belirir...
Yaşama sımsıkı sarılma...
Mutsuzluk umutla dağıtılır...
Bir gülümseme hayat anlamı taşır...
Tüm insanların kardeş olmasını, ibadet özgürlüğü ve özgür bir yaşam istiyorsak şunu unutmamız gerekir:
“Demokrasi laiklik temelinden yükselir...”
Dünya her gün yeniden kurulurmuş. Pandora’nın büyülü kutusunu unutmayalım hiçbir zaman. Hani her şey uçup gitmiş yalnız umut kalmış içinde. Umudumuzu yitirmeyelim, umudumuzu uçurmayalım avuçlarımızın içinden.
Sıkı sıkı sarılalım ona...
Güzel günler mutlaka gelecektir...
Ülkemizin ozanları “umudun şiirini”, öykücüleri “umudun öyküsü”nü yazmalıdır, bestecileri “umudun şarkısı”nı söylemelidir umut ateşi yanana; tüm insanlar insanca yaşama olanağına kavuşana dek...
İşte bu yüzden savunuyoruz laikliği...

***

Alman filozofu Kant, “Eller dışarıya uzanan beyindir” diyordu neredeyse 200 yıl önce. Ama ne var ki, ellerin beyin olduğu görüşüne 19. yüzyılda değer verilmediği gibi, daha sonraki yıllarda da gereği gibi duran olmadı bu gerçek üzerine.
Nasırlı ellerin sahipleri hor görüldü hep. Emek sermayenin karşısında yenik düştü, her dönemde.
Türkiye Barolar Birliği, 1969 yılında “hukukun üstünlüğü” terimini ortaya atmıştı ilk kez. Bu terimin, giderek “kavram” haline geleceği ve ülkemizde hukukun egemen olacağı umuluyordu.
Ama bu özlem gerçekleşmedi...
Bugün günlerden 2 Mart 2017...
Biz hâlâ hukukun üstünlüğü ilkesini tartışıyoruz.
Bu kavram siyasetçilerin, bilim insanlarının, aydınların dilinden hâlâ düşmüyor...
Salt bir terim olarak kaldı.
20 yıl önce yayımlanan bir yazımda, gerçeği konuşmaktan korkmayalım, diye tarihe not düşüp şöyle yazmışım:
“Hukuka saygısı olmayan, hukukun üstünlüğüne inanmayan, yargı kararlarını tanımayan kişilerin ve partilerin yönetimindedir bugün ülkemiz. Bu yönetime son vererek, aklın ve hukukun yönetimini kurmak, öylesine kolay bir iş de değildir.”
Evet, Sevgili Akın Atalay, Bülent Utku, Mustafa Kemal Güngör, Murat Sabuncu, Güray Öz ve diğer arkadaşlarım...
Siz ne diyorsunuz bu konuda?



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları