1 Mayıs’ta Taksim’de!

29 Nisan 2014 Salı

“Yasak” tabelası, her iktidarın vazgeçilmezidir.
Ne kadar çok yere bu tabelayı dikerse, toplumun gemlerini o kadar çeker, o kadar kolay hükmeder.
Evde uslu çocuk ister; okulda düzenli öğrenci, camide katıksız mümin, kışlada itaatkâr asker, büroda, fabrikada
“Vur başına al ekmeğini” memur,
işçi...
“Yapma” dedin mi, “Niye”si sorulmasın ister iktidar...
“Yasak” dedin mi, sorgulanmasın, uygulansın.
“Vardır amirlerimin bir bildiği” densin, kurcalanmasın.
Çünkü böylelerini yönetmesi kolaydır.
Bir havuçla bir sopa yeter.

***

Zor olan, asileri yönetmektir.
Çünkü onlar itaati değil, itirazı bilir.
Kendisine uzatılan havucun peşinden girmez ağıla hemen; her emri dinlemez, “yasak” tabelasını sevmez.
“Neden” diye sorar, “Ne hakla” diye kızar, arar hakkını hukukunu; sopalamaya kalktın mı azar.
Böyleleri için “Girilmez” tabelası, tahrik edici bir “Gir” çağrısından ibarettir.
Yasak”
sa zaten delinmek içindir.

***

1 Mayıs’a Taksim yasağı, sadece bir inat meselesi değil elbette; ama bu anlattığıma ilişkin bir boyutu da var.
Kimi büyük işçi sendikalarının “Taksim yasak hemşerim” talimatını duyunca kuyruğu kıstırıp “Haşmetmeap nereyi uygun görürlerse orada kutlayalım” diye hazırola geçmesi, bunun işareti...
DİSK’in, KESK’in, muhalif partilerin, gençlik ve öğrenci örgütlerinin “Taksim” diye diretmesi de öyle...
Havuç yeme peşindeki uysallarla “Yemişim havucunu” tavrındaki asilerin tarihsel ayrışması bu bir yerde...

***

Daha önce sıkıyönetim baskılarına rağmen savunulmuş bir hak var ortada...
Orada katledilmiş insanların anısı var.
Alan açıldığında barış içinde kutlama geleneği var.
Ve şimdi de mantığı olmayan bir yasak var.
Hükümetin “Bunlar gövde gösterisi yapar, façamızı bozar” korkusuyla koyduğu, dayanaksız, hukuksuz bir yasak...

***

Hukuk devletinde bu tür kilitlenmeleri yargı çözer.
Demokratik devletlerde uzlaşma kültürüyle çözülür.
İnsan haklarının egemen olduğu yerlerde, kişi hak ve hürriyetleri gözetilir.
Otoriter rejimlerde ise “Şef” ne derse o olur.
Türkiye, şimdi bu sonuncu şablona sokulmaya çalışılıyor. “Şef” istediği belgeye “Gizlidir” damgası vurabilsin, istediği yayın organını “Sansür” koyup susturabilsin, istediği meydanı “Yasaktır” tabelası asıp kapatabilsin isteniyor.
Uslu çocuklar, katıksız müminler, itaatkâr askerler, gözde memurlar, “Canım şu uzaktaki kum havuzunda oynayalım, ne olacak” diye kenara çekiliyor.
Bu tavizin, yarın yenilerini getireceği, yakında hükümetin uygun görmediği hiçbir yerde, onun izin vermediği hiçbir sözün söylenemeyeceği, giderek toplumsal muhalefetin tamamen susturularak ağıla tıkılacağı görülmüyor.

***

Başbakan’ın göremediği de şu:
Biz, kendisinden farklı olarak, itaate değil, itiraza dayalı bir kültürde yetiştik.
Koşulsuz boyun eğmeyi değil, her koşulda sorgulamayı öğrendik; çocuklarımıza da öyle öğrettik. İnsanlığın, sinerek değil, sorarak geliştiğine inandık.
Her emrin, sözün, kitabın, yasağın, kararın
nedenini, niçinini sorguladık.
Belki o yüzden 3 kişi bir araya geldiğimizde bir örgüt disiplinini beceremiyoruz, ama yine de hiç değilse -çok şükür ki- bunca darbeye, yasağa, baskıya, zorbalığa, bütün o meydanlara yığdığınız TOMA’lara, göz çıkaran gaz bombalarına, kurşunlara rağmen yılmıyor, itiraz ediyor, meydanlara çıkıyor, haykırıyor, hayal ettiğiniz gibi bir uysallar ordusu olmuyoruz.
Zorlamayın, sizin kalıp bize dardır.
Okullar kadar, meydanlarda okuyarak yetiştik biz...
Şimdi her yasağa meydan okumamız ondandır.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları