Ergin Yıldızoğlu
Ergin Yıldızoğlu ergin.yildizoglu@gmail.com Son Yazısı / Tüm Yazıları

2007-2017

19 Aralık 2016 Pazartesi

“Dünyayı değiştiren 10 yıl” dersek fazla abartmış olmayız. Bu nitelemeyi yansıtan yorumlar da zaten son haftalarda sıkça medyada boy gösteriyor.
Liberal düzenin sonu mu?
2017’ye girmeye hazırlanırken, son on yılı değerlendiren yorumlar, ABD önderliğinde, “Batı” tarafından kurulan liberal “dünya düzeninin kuralları kaybolmakta, bir ‘süper-belirsizlik’ gelişmektedir” temasını paylaşıyorlar.
ABD ve İngiltere medyasında bu tartışmalar daha çok, liberal ekonomik düzeni, ABD hegemonyasını (liberal demokrasiyi) korumanın olası yolları üzerinde yoğunlaşıyor.
Üç örnek bir fikir verebilir: Council on Foreign Relations’ın dergisi Foreign Affaires’in Ocak/Şubat 2017 sayısının teması, Out of Order, The Future of the International System (Bozuk: Uluslararası sistemin geleceği). ABD Kongresi Silahlı Kuvvetler Komitesi’nin 6 Aralık oturumunun konusu “Emerging U.S. Defense Challenges and Worldwide Threats” (Yükselen savunma sorunları ve dünya çapında tehditler). Financial Times’dan Philip Stephens’in, 8 Aralıkta yayımlanan yorumu: “Xi Jinping in Davos and the world in 2017” ( Xi Jinping Davos’ta ve Dünya 2017).
Bu örneklerdeki çeşitli yorumlar, liberal düzenin istikrarının bozulmasının arkasında Rusya ve Çin’in politikalarının liberal düzene getirdiği sorunlar, popülizmin yükselmesi, cihatçı İslamın terör eylemleri olduğunda genel olarak birleşiyor. Dolayısıyla da dikkatler, bu olguların etkilerinin yönetilmesi üzerinde yoğunlaşıyor.
Bu yaklaşımlara bakınca iyimser olmak çok zor. Çünkü bu olgular liberal düzenin istikrarını kaybetmesinin nedenleri değil, liberal düzenin kendi iç çelişkilerinin basıncıyla istikrarını kaybetmeye başlamasının sonuçları.
 
Liberalizmin ekonomik, ahlaki iflası
Kapsamlı analizlere gerek yok. Borç yüküne ve gelir dağılımına bakmak yeterli. Toplam hasılası 70 triyon dolar olan dünya ekonomisinin liberal düzeninde, 2002 yılında 62 trilyon dolar olan toplam borç stoku beş yılda yüzde 80 artarak 2007’de 112 trilyon dolara yükselmiş. Bu 2001-2’deki resesyonu durdurmak için genişleyerek neredeyse ikiye katlanan borç stoku üzerinde 2007 mali krizi patlak verdi. Ancak kriz boyunca temizlenmesi beklenen borç stoku, en az yüzde 35 daha artarak 2016 yılında 152 trilyon doları geçmiş. Bu borç dağı üzerinden üretilen mali enstrümanları da içeren türev piyasalarının hacmi kriz başladığında 630 triyon dolar düzeyindeydi, şimdi 1.2 katrilyon dolara yakın bir yerlerde olduğu düşünülüyor. The Market Watch’tan Chang’ın, 199 triyon dolar olarak hesapladığı toplam borcun yüzde 75’i ABD, AB, Japonya’nın liberal ekonomilerinde. Kısacası, ancak, borç ve spekülasyon balonları üzerinde yaşayabilen, mali olarak batık bir sistem bu...
Ahlaken de öyle: Credit Suisse Varlık Raporu, dünya hane reislerinin yüzde 0.7’sinin toplam servetin yüzde 45.6’sına, yüzde 8.3’ünün ise yüzde 90’ına sahip olduğunu gösteriyor. Böyle batık, böyle adaletsiz gelir dağılımı üreten bir sitemin istikrarından söz edilemez. Değişimden tüm umudunu kaybetmişlerin de bir aşamada tepkilerini, ellerinde hangi ideoloji ve araç varsa onla ifade etmeye başlamaları da kaçınılmaz.
Sistemlerini batıran egemenler de her fırsatta başkalarını suçluyorlar. Halbuki, IMF ekonomisini yıkar, Batı kaynaklarına el koyarken, Rusya’yı tecrit etmeye çalışan NATO değil miydi? Rusya askeri gücünü yenilemek, Batı’ya direnebilmek için gereken kaynaklara, ABD ve İngiltere’nin Ortadoğu’da yarattıkları kaos petrol fiyatlarını 140 dolara fırlatınca ulaşmadı mı?
Yeni bir yıla girerken, bir diğer ironi de şöyle: Batı’da küreselleşme karşıtı, milliyetçi partiler, siyasi akımlar Rusya’nın da katkılarıyla yükselirken, liberal düzeni tehdit ettiği iddia edilen Çin, küreselleşmeyi, serbest ticareti savunur bir konuma geliyor; “yeni İpek Yolu” projesiyle kendi küreselleşmesini inşa ediyor.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Siyasetin sefaleti 16 Aralık 2024

Günün Köşe Yazıları