Hikmet Çetinkaya

Karanlığın dehlizinde...

10 Aralık 2016 Cumartesi

Bir yas kalabalığının içinde yıllar hızla geçerken, savrulan umutlarımızı arıyoruz belki...
Giderek grileşen gökyüzüne bakarken kaçak düşleri arayan bizler, karanlığın dehlizinden sıyrılmak için çabalarken, kimileri bir aymazlık içinde olup bitenleri seyrediyorlardı...
Cumhuriyet’in iç sayfalarında iki ilan dikkatimi çekmişti:
7 Aralık 1979’da uğradığı silahlı saldırı sonucunda aramızdan ayrılan, katilleri ve azmettiricileri bugüne kadar yargılanıp cezalandırılmayan babamız Prof. Dr. Orhan Cavit Tütengil’i ölüm yıldönümünde anmak için bugün saat 10.30’da mezarı başındayız.
Babamızı sevgi, saygı ve eksilmeyen bir özlemle anıyoruz.
Kaya Tütengil-Deniz Tütengil Mazlum
Altında bir başka ilan:
Türkiye’de bilgisiyar teknolojisinin/ bilişimin öncülerinden Dr. Necdet Bulut bundan 38 yıl önce Trabzon’da karanlık- faşist güçler tarafından katledildi.
Ülkemizin geleceğinin Necdet Bulut’ların anılarının ve mücadelelerinin yaşatılmasıyla aydınlanacağına olan bütün inancımızla, Dr. Necdet Bulut’un anısı önünde saygıyla eğiliyoruz.
Türkiye İşçi Partili arkadaşları.”
Bir masal ülkesindeydim sanki...
Anıların içine gömüldüm, o yılları düşündüm...
Kurulan pusularda öldürülen Orhan Yavuz’u, Abdi İpekçi’yi, savcı Doğan Öz’ü...
Belleğimizde iz bırakan acının, ölümün, hüznün şarkısı beni 80’li yıllara götürdü.
Vızıldayan kurşunlar, kahpe tuzaklar...
Belki karamsarlığım bu yüzdendi...
Susmak, konuşmamak!
Balgat, Bahçelievler katliamı, İstanbul Üniversitesi’nde öldürülen yurtsever solcu gençler.
Gözlerimi yumdum...
90’lı yıllardı...
Musa Anter, Uğur Mumcu, Muammer Aksoy, Bahriye Üçok, Çetin Emeç, Onat Kutlar, Ahmet Taner Kışlalı, Vedat Aydın, Mehmet Sincar.
2000’li yıllar...
Necip Hablemitoğlu, Hrant Dink...

***

Yüreğime yağmur yağıyor...
Yüreğimde şimşekler çakıyor, gök gürlüyor.
Ölülerimiz kısık gözleriyle mavisi çalınmış denizlerde, bulanık ırmaklarda canilere meydan okuyordu...
Ben ise eski bir albümde kalmış geçmiş yılların sararmış siyah beyaz fotoğraflarına bakıyordum.
Bu kez içim dalgalı bir deniz, yüreğim kelepçeli.
Yine gözlerimi yumdum...
Bir sesle irkildim:
Umudunu yitirme, direnme gücünü kullan!
Gökyüzü durulmuştu...
Umudunu yitirme arkadaş, hüznün şarkısını söyle korkma, rahatlarsın.
Doğanay konuşurken Bedrettin Cömert göründü:
Ümit doğru söylüyor, umudunu yitirme sakın...”
Devam etti Bedrettin:
Uğur Mumcu’nun, Metin Göktepe’nin, Musa Anter’in, Onat Kutlar’ın Kemal Türklerin, öteki arkadaşların katilleri ne oldu? Suruç, Ankara Gar’ı, Sivas, Başbağlar katliamlarını yapanlardan hesap soruldu mu?
Zaman akıp gidiyordu böyle...
Kan, gözyaşı, acı, hüzün...
Hani kan çiçekleri kuşanmış kurban ateşleri vardır ya da kara giysileri bürünmüş ortaçağın rahipleri.
Bir kuşak böyle geldi bugünlere.
Vazoda kurumuş bir çiçek, duvarda asılı duran soluk bir aile fotoğrafı çocuk günlerimi geri getiren.
Yılgınlığın, suskunluğun örtüsünü kaldırmak bizim elimizde.
Geleceği çoğaltmak da!
Biraz hüzün, biraz umut...
Muhammed Bennis’in dizelerindeyim...
Bir öksüz bulutun öfkesiyle gezginim şimdi.

***

Durgun gökyüzü... İçim dalgalı deniz... Çoğu zaman fırtınalı... Kaygılı...
Ve sabahın ilk ışıklarında öldürülen arkadaşlarımı anımsarım.
Seslenirim:
iyi akşamlar
ey eşitlik
iyi akşamlar
.......
iyi akşamlar
ey düzensizlik
iyi
akşamlar
Yıldızlar tekil olarak süzülüyordu sığınaklarına...
Umut çok uzakta mıydı, yakında mı bilmiyordum...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları