Hikmet Çetinkaya

Mütareke Devri’nden Kurtuluş Savaşı’na...

23 Nisan 2014 Çarşamba

23 Nisan 1920’nin anlamı nedir?
Büyük Millet Meclisi’nin kuruluş yıldönümüdür...
Meclis açılırken yakın tarihimizin en karanlık dönemini yaşıyorduk. Emperyalizmin Türkiye’yi paylaşım kararı eyleme dönüştü; yurdumuz yer yer işgal altına girdi.
İstanbul hükümeti her şeye boyun eğmiş durumdaydı...
Var olan gerçek ise 23 Nisan 1920’de Türkiye Cumhuriyeti’nin temelinin atılmış olmasıdır.
Meclis’in niteliğinde hem “Anadolu ihtilali”nin özü mayalanıyordu hem de “kurucu meclis” kimliği bulunuyordu.
Bugün Türkiye’yi emperyalizmin kucağına atanlar, Türkiye Cumhuriyeti’nin, Ulusal Kurtuluş Savaşı sürecinin doğal sonucu olduğunu unutmamalı.
Bu yazıyı, unutanlar için yazıyorum...
Demokrasiyi ve özgürlükleri amaç değil araç olarak görenler için!
Savaş sürecinde Meclis’in rolü olağanüstü boyuttaydı.
Her şeyin üstünde bir kuvveti ve egemen gücü oluşturuyordu.
Ne acıdır ki, kuruluş tarihimizde varlığımızın simgesini oluşturan Büyük Millet Meclisi’nin, 1920’den bugüne değişim süreci içinde, işlevini geliştirip çağdaş, demokratik, özgür bir yapıyı benimsediğini söyleyemeyiz.
Ülkemizde demokrasi “topal ördek” gibi...
Hukukun üstünlüğü, yargı bağımsızlığı, adalette eşitlik sizlere ömür...
Soygun, vurgun, rüşvet! “Çokuluslu altın avcıları”, “kara para”, “altın kaçakçıları”...
Ülkeyi yönetenler hakkında yolsuzluk, hırsızlık savları...
Türkiye uygarlığı, demokrasiyi, gökdelenler, uçaklar, havaalanları, AVM’ler sanıyor...
Yazık!

***

Aslında bu ülkenin tüm insanlarının sorumluluğu var!
Din üzerinden siyaset, darbe yasaları...
Her şey! Siyasetçisinden seçmenine; aydınından sanatçısına; emekçisinden işverenine; gazetecisinden medya patronuna dek...

***

Bu topraklarda yaşayan tüm insanlarımızın yakın tarihi bilmeleri gerekir...
Etnik, dinsel, mezhepsel kimliği ne olursa olsun!
“Hâkimiyet milletindir”in anlamı nedir?
İlk Meclis’te başkanlık kürsüsünün arkasına asılmıştı...
1920’de topraklarımız işgal altındaydı, egemenlik ulusun değildi.
Saraya bağlı çevreler İstanbul’da gösteriler yapıyordu:
“Padişahım çok yaşa!”
Nadir Nadi 1970 yılında yazdığı başyazısında bakın ne demişti:
“Hâkimiyet milletindir yazısını başkanlık kürsüsünün arkasına astıran Mustafa Kemal, olmuş-bitmiş gerçeği dile getirmediğini elbet biliyor, bir özlemin gerçekleşmesi uğruna savaşıyordu.
Elbet egemenlik ulusun olmalıydı ve elbet olacaktı...”
Önce emperyalist güçleri temizleyecektik...
Bunu başardık...
Uzun bir yol vardı önümüzde...
10 yıl, 30 yıl, 40 yıl...
Halkı eğitmek gerekiyordu, zincirlerimizi kırmak, sanayileşmek...
Bunlar 20-30 yılda yapılacak işler değildi...
Devrimci ilkeleri benimseyen iktidarlar gerekiyordu öz gücün tadına varmak için...
Atatürk’ün ölümü, çoğulcu demokrasiye geçiş...
Devrim yolundan sapıp uçuruma yuvarlanmaya başladık.
Türkiye sola değil, sağa saptı...
Darbeler, kıyımlar, faili meçhuller...
Tarih 23 Nisan 2014...
Sindirme, yıldırma, sivil faşizmin ayak sesleri...
Bilmem duyuyor musunuz?

***

Ne çektiysek sahte Atatürkçülerden çektik...
Darbeci paşalar, siyasetçiler, demokrasi ve özgürlük düşmanları...
Mustafa Kemal dönemi...
5
Kasım 1925’te Ankara Hukuk, 1926’da Konya Öğretmen Okulu, 1 Ocak 1929’da Millet Mektepleri, 1930’dan itibaren Kız Enstitüleri, Bölge Tarım Okulları, Dil ve Tarih kurumları, Halkevleri, Köy Enstitüleri, Ankara Konservatuvarı...
Liste uzayıp gider...
Aydınlanma ya da Cumhuriyet Devrimi’nin süreci çağdaş ve bilimsel düşünceden geçer, biat kültüründen değil.
Mustafa Kemal, Fransız ve Rus devrimlerini, kültürünü, düşüncesini çok iyi irdelemiş bir askerdi...
Ulusal egemenlik millet varlığının iradesidir...
Mustafa Kemal 1938’de değil 1958’de ölseydi, Türkiye bugün çok ileride, sanayi devrimini yapmış, gelişmiş, demokrasiyi ve özgürlükleri benimsemiş bir ülke olurdu...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları