Burkini ve ‘kutsal özgürlük’

07 Eylül 2016 Çarşamba

Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” çağında yaşıyoruz. Odağına büyük ölçüde “tüketme ve tatmin olmanın” oturduğu, toplumsal düzlemde “neyin, niye yapıldığının” fazla sorgulanmaya gelmediği bir çağ bu. İdeolojilerden bağımsız-mış gibi sunulan bu dünyanın “kutsalı” da “soyut özgürlük” algısı. Trendy olan bu. “Aydınlanma”, mirasıyla Ortadoğu’ya zaten pek “uğramamışken”, Batı’da da meydan okumalarla karşı karşıya.

***

Fransa sahillerinde, yumurtalık kanseri olmalarına sebebiyet verme potansiyeli yüksek burkiniler giyerek kendilerini serin sulara atan kadınlar “özgürlüklerini” kullanıyorlar. Bunun yasaklanmaya yeltenilmesi ise “özgürlüğe müdahale”. Bunun yerine “kem gözlerden” uzakta özel alanlarda denize girme haklarını pek kimse konuşmuyor.
Burkini yasağına itiraz burkiniyi desteklemeye varabiliyor. Bir hakkı desteklemek ile -bu bağlamda burkini giyme hakkınıbir değerler sistemini desteklemek -burkini giyilmesini desteklemek- rahatlıkla karıştırılabiliyor.
Fransa’daki durumu kadınların kaşının gözünün görünmesinin ağır cezalara, direnirlerse yaşamlarına bile mal olabilecek Suudi Arabistan ile kıyaslayan bile çıkabiliyor. Gel de Aydınlanma’nın ruhuna fatiha okuma!

***

Almanya’da Suriyeli sığınmacıların yerleştirildiği bölgelerde genç kızlara “kapalı giyinmeleri” salık verilebiliyor. Alışkın oldukları gibi kısa şortlarla gezerlerse “muhafazakâr misafirleri” karşısında “sorun yaşayabilecekleri” gerekçesiyle... “Buraya gelenler bize uyar” diyemiyorlar, “güvenlik” algısı öne çıkıyor.
Zaten laik/seküler Batılı kadınların İslami yasalarla yönetilen ülkeleri ziyaretlerinde ya zorunluluktan yahut “saygıdan” kapanması talep ediliyor. Ancak Doğulu kadınların Batı ülkelerinin standartlarına uymaları gerekmiyor. Neden? İlki “uhrevi” olanın alanına girerken, ikincisi “dünyevi”. Ve “özgürlük” adeta “dini efektle” bezenmiş bir sihirli sözcük.
İroniktir, bir tek IŞİD’in zorla çarşafa soktuğu kadınların kurtulunca üzerlerinden sıyırıp çıkardıkları görüntüler “özgürlük” ile ifade ediliyor.

***

Militan Selefi/Vahhabi ideoloji virüs misali yayılırken, Batı dünyası dinin toplum yaşamının ve kaçınılmaz olarak siyasetin belirleyicisi olduğu ölçüde ideolojik aygıta dönüştüğünü unutmuşa benziyor. Oysa bu, tartışmanın göbeği.
Misal, Britanya’da 2008’den beri “tali hukuk sistemi” haline gelen şer’i hakemlik mahkemelerinin (şeriat mahkemeleri) zorla evlendirme, boşanma (erkek için üç kez boş ol demek kâfi, kadın kötü muamele, taciz ve hak ihlalini ispatlamak zorunda), çocuk velayeti, aile içi şiddet, miras ve mülkiyet gibi meselelerde kadın haklarını ihlal ettiği iddiaları ayyuka çıktı. Ama geleneksel baskılar, dışlanma kaygılarıyla kadınların ses etmemesi “doğal” sayılabiliyor. Mayıs sonunda içişleri bakanıyken imam ve teolog danışmanlarıyla zaten niteliği ve tarafsızlığı tartışılan bir soruşturma komisyonu kurdurmuş olan Theresa May, başbakan olunca ağız değiştirdi. Mayısta bu mahkemelerin “kötüye kullanım ve sömürüye varan uygulamalarından” kaygı beyan edip “Ülkemizde sadece bir tek hukuk var. Bu da her vatandaş için eşit hak ve güvenlik temin etmektedir” demişken çark edip varlıklarını savunabildi.

***

Batı’nın adalet sisteminin temelinin din değil, insan hakları olması gerektiğini unutmasında “bireyin kutsal özgürlüğü” etkili: “Sakın bireyin alanına dokunmayın!” Niye? Bireyler bir siyasi ve ideolojik zeminde değil uzayda mı yaşamaktalar? Fransa’da, Britanya’da başları 6, 13, 15 yaşlarında örtülen kız çocukları kararlarını “özgür” iradeleriyle mi vermekteler? Dünyaya dair ne biliyorlar ki, verecekler? İleride burkini yahut bikini giyip giymeyeceklerine hangi koşullarda karar verebilirler ki? “Özgür irade” yoksa “bireyin kutsal özgürlüğü” nereden gelir?
Sorun insanların nasıl giyinmek isteyip istemedikleriyle ilgili değil. Nasıl giyineceklerine nasıl ve hangi koşullarda karar vereceklerinde...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

ABD’de darbe tehdidi 7 Eylül 2018
Zaharçenko darbesi 5 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları