Aslı Aydıntaşbaş

Türkiye neden anlaşılamıyor

11 Ağustos 2016 Perşembe

St. Petersburg zirvesinden sonra Ankara’nın Rusya’yla arayı düzeltmesi, başta ekonomi olmak üzere birçok alanda Türkiye’yi rahatlatacak bir adım. Buna şüphe yok.
Ancak Türkiye’nin Rusya’yla normalleşme sürecine girmesi, ille de Batı’dan uzaklaşması mı demek? 15 Temmuz darbesi yüzünden 200 yıllık Batılılaşma ve neredeyse 100 yıllık ittifak sürecini bırakıp, gire gire Şanghay İşbirliği Teşkilatı’na gireceğiz?
Devlette Avrasyacı rüzgârlar esiyor. Görünen o ki, 15 Temmuz darbe sürecinin faturası, büyük ölçüde Fethullah Gülen’i barındıran ABD’ye kesildi. NATO’dan çıkmak mı istersiniz, AB’yle ilişkileri sonlandırmak mı; hepsi konuşuluyor.
Ben nihayetinde Türkiye’nin Batı’dan kopacağını sanmıyorum. Eninde sonunda bir kâr-zarar hesabı yapılıp rasyonel adımlar atılacaktır. Ancak bu türbülanslı dönemi anlayabilmek için birkaç tespit faydalı olabilir:
Gülen’in darbedeki rolü ve devletteki kadrolaşma konusunda başından beri Batı’ya dert anlatamama durumu var. Bunun bir nedeni, daha düne kadar Gülen cemaatinin Batı başkentlerindeki network’unun iktidar partisi tarafından adeta devletin PR ajansı gibi kullanılıyor olması. Washington’u ziyaret eden bakanların koşa koşa Pensilvanya’ya uğraması, her dış protokol gezisinde Gülen okullarının olması, Washington’a uğrayan dışişleri bakanlarının toplantıları elçilikte değil doğrudan cemaat vakıflarında yapması vs. Keza Brüksel’de bizzat Ankara tarafından Gülen lobisinin AB sürecinin bir ayağı olarak işlev görmesinin istenmesi. Dün iyi dediğine bugün kötü deyince Batılı adapte olamıyor. Bir bit yeniği arıyor.
Bir başka sıkıntı, Gülencilerin devlet ve askerdeki kadrolaşmasıyla ilgili 15 Temmuz’dan bu yana ortaya çıkan olguların, seküler bir Batılı tarafından ‘algılanamayacak’ ölçüde patolojik oluşu. İmamlar, abiler, gözle namaz kılmalar, yıllarca kimliğini gizlemeler, genelkurmay başkanlarını gizlice dinleyip haftasonları kasetleri abilere vermeler vs. ‘Yok artık’ dedirtecek cinsten olaylar bunlar. Bizzat yaşadığım için söylüyorum, Batılılara ‘fantezi’ gibi geliyor bizim realitemiz. Çünkü ‘roman’ dışında bu patolojiyi kavramalarına imkân verecek bir tarihi ya da sosyolojik referans yok yaşamlarında. Düşünsenize bir Avrupalıya 10 değil 30 yıldır sınav sorularının çalındığını ya da bir okulun arkasında gizli bir bölme olduğunu, ipi çekince açıldığını, orada alçıdan el olduğunu ve askeri talebelerin eli öptüğünü anlattığınızı. Bunlar normal insanların yapmayacağı, çılgınca işler. Da Vinci şifresi gibi. Bizler anlıyoruz bu patolojiyi ama Batılıya inandırıcı gelmiyor.
Üçüncü sıkıntı, medya ve siyasette sürekli pompalanan Batı karşıtı söylemin karşı tarafı da yormuş olması. Söylem bir tortu bırakıyor. Farkında mısınız? Türkiye ‘Bak giderim haaa’ diyor ama karşıdakiler kılını kıpırdatmıyor.
Bir başkası, ABD’nin darbe sürecinde somut rolü olduğuna dair medyada çıkan haberlerin karşı tarafta bir tepki rüzgârı yaratması. Dikkat ederseniz Türk yetkililer, Fethullah Gülen’i barındırmak dışında ABD’nin darbe girişiminde rol aldığına dair cümleler kurmuyor artık. Çünkü ne Büyükada’daki İran toplantısı (ki Graham Fuller katılmamış ve katılımcıların çoğu dünyanın farklı yerlerinden İran uzmanları) ne de yakalanan diğer yabancılarla ilgili haberler temellendirilemedi. Fethullah Gülen’in ABD’de yaşamasının dışında organizasyon ve kadrolaşma, büyük ölçüde ‘Made in Turkey’ gibi gözüküyor.
Batı ve Türkiye arasında karşılıklı algı aşınması, güven eksikliği var ve ne orada ne de burada kimse bu duruma neşter atmak niyetinde değil. Pürüzleri gidermek için mekanizma yok.
Gülen’in iadesi için Türkiye, iç kamuoyuna sunduğu sansasyonel malzemeyle bir ABD mahkemesi için hazırlaması gereken titiz ve hukuki dosyayı aynı sanıyor. ‘Bak, bak ne ifadeler var. 80 klasör yolladık!’ lafının hiçbir anlamı yok. İki kamyon da belge yollasanız, önemli olan nasıl bir hukuki çalışma yürüttüğünüz. İyi bir hukuk firmasının, o ifadelerden de faydalanarak, Amerikan mahkemelerinde bir ABD’li hâkimi ikna edebilecek güçlü bir ‘brief’ hazırlaması gerekiyor. Bu yapılabilir. Ama kanımca daha ciddi bir çalışma ve dikkatli bir dil gerektirir.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Yaklaşan facia 6 Eylül 2018
Bu mu devlet aklı? 26 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları