Hikmet Çetinkaya

Hayat senin, teslim olma...

21 Mayıs 2016 Cumartesi

Bazen oturup düşünürsünüz, tarihin sayfalarında hayatı ararsınız...
Baskı, sansür, gözdağı, şiddet!
Tarihin sayfaları yaşamın sayfalarıdır aslında kara gözlüm...
Tarih kimi zaman dokunup geçer, kimi zaman ezip geçer farkına bile varmazsınız.
Gönüllü kölelik, biat, kişiliksizleştirme tarihsellikten çok ruhsallıkla ilgilidir.
Güçlülerin egemenliğine girmenin, onlara kölelik yapmanın özgürlükle bir ilgisi olamaz.
Avrupa’nın “demokratik” diye adlandırdığı toplumlarında “basın özgürlüğü”nü nefret diline, ırkçılığa dönüştürenleri biz çok gördük.
Tüm dünyanın ülkelerinde mağdurların sayısı çok olmuştur, onlar hep ezilmiş, toplumdan dışlanmıştır...
Güçlülerin buyruğuna girmeleri için zorlanmışlardır...
Özgürlük; salt tehditlerle, eli silahlı faşist tetikçilerle elinizden alınmaz, yasalarla da önünüze engel konulur ya da birey olan yurttaş “devletin sırları”nı açıklamaktan, zindana atılır...
Bilmem tam anlatabildim mi mayıs çiçeğim, kırlangıcım, canım ciğerim...
En iyisi sen özgür biçimde köle olmaya karar ver, seçilmişlerin adına kendini hükümdar olarak görenlere teslim ol.
Hükümdar açıklasın:
“Benim başbakan adayım falanca, oyunuz tek adaya... ”
Sen milletin vekili olarak millete ihanet edebilirsin...
Hiçbir sakıncası yok!
Düşüncen yok, biat kültürüyle yetiştirilmişsin, verilen buyruğu köle olarak yerine getireceksin...

***

Gazetecilikte üç aşağı beş yukarı böyle bir şey...
Daha düne dek Başbakan Davutoğlu’nu yağlayıp yıkayan kimi televizyon yorumcuları var ki evlere şenlik.
İçlerinden bir tanesi şimdiden vaziyet aldı, programdaki arkadaşlarıyla sürekli ters düşmesine karşın, ne taklalar atıyor sabahları, vallahi küçükdilinizi yutarsınız.
Yazın sürgün verdiği bir ilkyaz sabahında, hayatı anlatmak istiyordum. Bir şairin dizelerinde doğanın yedi rengini yazıp, Datça Yarımadası’nda bir gece yarısı yıldızların denizin üzerine düşüşünü...
Sonra Foça’da siren kayalıklarında şafağın söküşünü...
Gün ağarmasını, denizin lacivert sularına uzanan ay ışığını, yıllar önce işkenceden geçirilen Manisalı çocukları.
Hepsi lise öğrencisiydi...
Yaşları 15-17...
Sözde çete kurmuşlardı, hepsi terörist ve komünistti...
Kaç yıl yatmışlardı Buca Cezaevi’nde anımsıyor musunuz?
Haa, bir de Şakran zindanı vardı, hani çocuklara tacizde bulunulan, kadınların giysilerini çıkartıp çırılçıplak arayanlar...
Unuttunuz mu yoksa!
Manisa’da cezaevi aracının peşinden koşan o annenin çığlığını anımsadım şimdi:
“Götürmeyin oğlumu, yalvarıyorum götürmeyin!”
Birden başım döndü, sendeledim bunları anımsarken...
Edip Cansever’in dizelerini anımsadım:
“Yani bizim hiç korkmadığımız şeyler/ Belki en çok korktuğumuz şeylerdir gerçekte / Ki bütün işkenceler, ezinler ve kırımlar/ Damlayan bir musluktur yerine göre / Yoksa bir enkaz altında bir ölüm / Ya da puslu bir havada bir cinayette / Bir ölüm/ Ölümün anlamı ne”

***

Biat kültürü, yanaşmalık, köleci toplum, yalakalık, çıkarcılık...
İktidar sahiplerinin gücüne tapmak, özgür birey olamamak...
Parayla satılan ölü ruhlar ülkesi, aşiret düzeni, töre kıskacı.
Bir kadının fotoğrafı bir gazetenin birinci sayfasında. Afganlı, Suriyeli, Iraklı...
Belki bir ağaç var bahçede canı sıkkın, yaprakları kıpır kıpır...
Basın özgürlüğü gazetecinin yüreğinin derinliğinde olmalı, özgürlük ihlallerine o yürekle yanıt vermeli.
Ey milletin vekili, bak bayrağa sarılı tabutlar geliyor yine peş peşe...
Ey gazeteci arkadaş sen ne diyorsun, Silvan, Suruç, Yüksekova, Dağlıca’da yaşananlara...
Hem terörü lanetle, hem insanlığa sahip çık...
Git kapıyı aç, belki bir yüz, bir resim, bir ana, bir sevda göreceksin dışarıda...
Tarihin sayfalarını çevir, hayatı tanı, bağnazlıktan kurtul...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları