Hikmet Çetinkaya

Yakalayın Katilleri...

15 Mart 2014 Cumartesi

Yağmura kesilmiştik, maviydi aydınlık, hatta gülüm bilir misin, yaşama ilişkin şiirler okuyorduk...
Karadeniz’den esen bir fırtına, Ege’de imbat, Marmara’da poyraz olurduk...
Akdeniz’in mavi sularında, limon bahçelerinde dolaşırdık...
Hiç ama hiç ümitlerimizi yitirmedik...
Sevgiyi, aşkı, özlemi, sevdayı, barışı, kardeşliği!
İnsandık biz...
Çok acılar çektik, parasız kaldık, zindanlarda yattık, işkencelerden geçtik.
Zulme, baskıya direndik!
Ödün vermedik hiçbir siyasal iktidara!
Kapıkulu olmadık...
Kimseye ödeyecek bir borcumuz yok!
Rüzgârgülü değildik, giden ağam gelen paşam demiyorduk.
İnsan sevgisiyle çoğalıyorduk.
Berkin Elvan’ı son yolculuğuna uğurlarken yüz binlerdik biz...
Kırıp dökmedik...
Bir gece Burakcan’ın öldürüldüğü haberini alınca isyan ettik.
Berkin, Burakcan, Ali İsmail ve tüm canlar...
O çocuklar bizimdi...
Etle tırnak gibiydik...
Bizi ayrıştırmak isteyenlere; din, dil, ırk, mezhep üzerinden siyaset yapanlara karşı sesleniyorduk:
“Bizi ayrıştırmayın, bu senaryoları hazırlayanlara karşı demokratik yollardan toplumsal tepki gösteririz!”

***

Çünkü biz halktık, mesleğimiz ne olursa olsun...
Yıllardır hem askeri hem de siyasi vesayete karşıydık.
Soyguna, yağmaya, hırsızlığa, yolsuzluğa!
Berkin’in acısı yüreğimizi yakarken, Burakcan’ın ölüm haberiyle bir kez daha sarsıldık.
Gözyaşlarımız yüzümüze döküldü, anlamadılar; bitirdik birbirimizi yıllardır aynı coğrafyada.
Binlerce yıllık tarihimiz ve uygarlığın beşiği olan bu topraklar kan gölüne çevrildi.
Çocuklarımız öldürüldü, insanlarımız yakıldı; otobüslerde, sınır boylarında Mehmet’ler, dağlarda gençler...
Polisler, savcılar, öğretmenler!
Biz bütün yoksunlukları gördük, yaşadık, insanlık tarihinden sınıfta kaldık, demokrasimizi ve özgürlüklerimizi geliştiremedik.
Berkin’i kim öldürdü, Burakcan’ı gecenin karanlığında kim vurdu?
Haydi bulun onları...
Burak Can’ın babası ne diyor duydunuz mu?
“Bedava ölüm bedava... Benim sağ ve solla işim yok!”
Dün yazdım yineleyeyim:
“Bu cinayet bir provokasyon kokuyor...”
Kör teröre, kışkırtmalara...
Karanlık güçlere lanet olsun!
Hiçbir zaman umutsuz değilim ama korkuyorum...
İçimizde hülyanın izlerinin görülmesi gerek...
Yaşamak!
Demokrasi içinde, barış içinde, bir orman gibi kardeşçesine...
Yeter çektiğimiz bu acılar...
Gözyaşları yeter!
Polis bu denli acımasız olmasın, siyasetçiler alanlarda bir oy için insanlarımızı ayrıştırmasın!
Toplum bu çatışmadan bıktı usandı, farkında bile değilsiniz...
O alanlardaki kalabalıkları görünce gaza geliyorsunuz...
Gerçekler bir süre saklanabilir...
Eğer dalkavuklar sarmışsa çevrenizi, size “padişahım çok yaşa” diyorlarsa...
Vallahi yandınız!
Bırakın alan edebiyatını, gidin yolsuzluğun, rüşvetin üzerine, gerçekten yücelirsiniz...
Ama bir türlü yapmıyorsunuz!
Çatışma ortamını seviyorsunuz!
Yapmayın...

***

Umutlarımızı çalmanıza asla izin vermeyecek bu toplum.
Kim ne yaparsa yapsın gün gelecek yargının karşısında hesap verecek.
Edmond Jabes’i biler misin?
Bak ne diyor:
“Ölü gövdeden tek kalan külleridir.
Oraya dek kendi düşüncemize eşlik etmiş oluruz.”
Büyüyen ve bizi tedirgin eden duymazlığımızda gizlenmiş söyleşi, bizim en ulaşılmaz derinliğimizde sürüp gider...
Var oluşumuz, düşüncelerimizi özgürce ifade etmekten geçer...
Demokrasilerde yasaklar değil yasalar vardır!
Yargı bağımsızdır; hukukun üstünlüğü, evrensel hukuk geçerlidir.
Kızma, öfkelenme, gözdağı verme!
Karşı çık tüm ölümlere!
Ayrıştırma!
Irkçılık, mezhepçilik yapma!
Cinayetleri düşün, 25 adamın tecavüzüne uğrayan 13 yaşındaki kızları...
Şiddete uğrayan kadınları!
Mısır’da askerlerin, polislerin öldürdüğü çocuklar için de ağla, kendi ülkenin öldürülen çocukları için de...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları