‘Devlete de öfke var, PKK’ye de’

23 Şubat 2016 Salı

Memlekette şubat sonu ayazında ‘bahar gelsin’ demeye korkar olduk… Savaş oyun değildir, biliriz, aklımızla idrak ederiz. Başlatması kolay, bitirmesi zordur. İnsanlıktan yitiririz, kaçarı yoktur. Ahmet Arif’in “Yediveren Gül”ünün diyarı Diyarbakır’a gidince korkularım daha da arttı. Beş senedir Arap ellerini dolaşmaktan kalma reflekslerle düşündüm, baharın da, kara kışın da izine düştüm…

Benim gördüğüm Diyarbakır’da derin bir hayalkırıklığı, bezginlik, isyan ve kaygılarla karışık bir halet-i ruhiye hakimdi. Sıradan insanların çaresizliği en fecisi. “Sur” dediğimiz Diyarbakır’ın yüreği. O yürek kanayınca, kolları bacakları tutmaz oluyor.

Güvenlik güçlerine tepki büyük, en başta sivillerin gözetilmemesinden. Sur’a doldurulan özel harekatçılar, PÖH’ü, JÖH’ü, Esadullah’ı herkesin dilinde… 7 Haziran’da yüzde 81 oranını aşan, 1 Kasım’da yüzde 75’e gerilemiş HDP’ye siyaseten güvensizlik eksik değil. PKK’ye (Kandil) destek de gördüm, savaşın şehre taşınmasından ötürü kırgınlık ve öfke de…

SAVAŞIN KALBİ SUR…

200 bin insanın çoğunun göç ettiği Sur’un ağırlığı herkesin üzerinde. Suratlar kısa aralıklarla işitilen patlamalarla irkiliyor. Her yerde TOMA’lar, Akrep’ler, Kobra’lar, Kirpiler. Yeni “Beyaz Toros”lar ise “Ranger”lar.

Şeyh Sait Meydanı’ndan Sur’un ana caddesi Gazi’ye kıvrılınca hemen girişte solda yer alan 1990’larda çömez muhabirken konakladığımız Demir Otel artık Liluz Otel’e dönüşmüş, alçak binaların ötesinden bir buruk yükseliyor göğe.

Şeyh Sait Meydanı’ndan Sur’un ana caddesi Gazi’ye kıvrılınca çelik yelekli erkek ve kadın polisler üst araması ve kimlik kontrolü yapıyor. 20 metre ötede bir tane, 20 metre ötede bir tane daha. Kaymakamlık binasının iki yanına kum torbaları yığılmış plastik çadırlı polis noktaları var. Kepenklerin çoğu kapalı. Ancak vaktiyle tapınak ve kilise de olmuş tarihi Ulu Cami’ye kadar yol var, sonrası yasak... Hemen solda karşısındaki Hasan Paşa Hanı’nın kafelerinde inlerle cinler top oynuyor.
İki genç kadın Sur’un dar sokaklarını kapatan demirlerin önünde bekleşiyor. Birisi cep telefonuyla konuşuyor. Kaygılılar. Kardeşleri polisten izin alıp içeriye girmiş, hemen yakında evlerinden bir iki parça eşya almaya. Bir süre çıkmasını bekledik birlikte. Gençkızlardan birisi “Ortaokul 8. Sınıfta. Zaten daha büyük olanlara hiç izin vermiyorlar” diyor. Sonra beni istemeyip telefonda ne söylediyse başka yöne yöneldiler.

MIKNATIS MİSALİ…

Ulu Cami’nin önündeki çayevi gündüzleri kimisi Sur’dan kaçmış insanlarla dolu. Yoldan geçen askeri araçlar ve patlama sesleri eşliğinde taburelere oturup hasbıhal ediyorlar. Yaşlısı da var genci de… Saat 17.00’den sonra ise kimsecikler kalmıyor. Sur beni mıknatıs gibi kendine çekti, ha bire dönüp insanlarla konuştum. Ama Sur’u, Ofis’te, Bağlar’da, Kayapınar’da, Yenişehir’de, Diclekent’te de sormadan olmazdı.

‘DÜNYAYI MI YİYECEK!’

Ahmet, 52 yaşında sigortalı çalışan. “Başımıza gelenler bir oyun gibi. Gençler hırsızlık, fuhuş ve uyuşturucuyu önlemeye çalıştılar. İki senedir vardı. Polisler onları yakalamaya başladı” diyor. Çatışmasızlığın bitmesinin sorumlusu ona göre açık, “İki sene süreç yaşandı. Hiç cenaze çıkmadı. Cumhurbaşkanı süreci yıkan bozandır. Yapmasa ne Kürt gençleri, ne polis ve asker ölürdü. Vebali üzerinedir” diyor. Hızını alamıyor: “Bence bütün muhalefet birleşip onu ölene kadar başkan yapsınlar madem. Ne yapacaksa artık, dünyayı mı yiyecek!”

PKK YANLIŞ YAPTI, KENDİ SİVİLLERİNE ZARAR VERİYOR

Ali Şimşek 20 yaşında. Ailesinin Gazi Caddesi’nde iki dükkanı varmış. Bingöl Üniversitesi’nde muhasebe okumuş. “Sur’da arkadaşın var mı” diye sorunca, “Yok” diyor. “Ranger”lara tepkili. “Sokaklarda rastgele ateş açıp masumları öldürüyorlar. Geçenlerde Süleyman Güzel böyle öldü” diyerek Bağlar’da yürürken kahpe bir kurşuna kurban giden 19 yaşındaki gence atıf yapıyor. Selahattin Demirtaş’ı soruyorum, “Çok iyi siyasetçi ama yanlışları oldu. Kobane’de insanlara sokağa çıkın dedi, Hizbullahçısı, osu, busu, Kürdü, Türkü öldü” demekle yetiniyor. Peki ‘hendekler’? “PKK’nin sorunudur. Dağda bir yere varamadılar, özyönetim ilan edip hendekleri kurdular. SGS sınavında soruyorlar. Dört yanlış bir doğruyu götürür mü? PKK yanlış yaptı, savaşın şehrin içine vermekle. Kendi sivillerine zarar veriyorlar.”

‘IŞİD BAHANE PKK ŞAHANE!’

Ali’nin yanında oturan yaşlı adam devreye giriyor, “Şehrin içinde top, tank nasıl olur”. Ona göre durum farklı: “Geçen yaz Erdoğan, Obama ile konuştu. Sonra IŞİD’i vuracağım diye Kandil’i vurdu. IŞİD bahane, PKK şahane!” Ali sözü daha fazla bırakmıyor, “İki tarafın da çekilmesi lazım. İlk hamlenin de Ankara’dan gelmesi lazım. PKK ilk bırakamaz, o zaman AKP ile ortak karar olarak görünür.”

‘AFFEDERSİNİZ TERÖRİSTİZ DİYE…’

Ali’nin Batı’ya sözü var mıdır? “Savaştan bir sene önce gitmiştim. Antalya’da bizden kaçıyorlar. Affedersiniz terörist olduğumuz için. Oradan buraya gelince turist, biz oraya gidince terörist.”

MEŞHUR ALTIN HİKAYESİ…

Maral’a Hasan Paşa Hanı’nda rastlıyorum. 46 yaşında. Üçkuyular’da oturuyor. Aslen Surlu ama engelli kızının oksijen ihtiyacı yüzünen taşınmışlar. “Gavur mahallesindenim” diyor gururla, “Ermeni mahallesinden”... “Yahu” diyorum, “Ermeni kalmış mıydı?” Eliyle göğsüne vurup, “Ben işte” diyor. AKP’ye çok öfkeli. “Burası benim memleketim. Sırf Giragos’taki kahvaltılarımı özledim. S… sıfatına hepsinin. Kim yaptı, niye yaptı biliyoruz.” Kandil’in hiç mi suçu yok? “Hiç kızmıyorum. Birileri savunsun bizi artık. Ama gerçekten savunsunlar” diyor önce, sonra “Ha arkasında bir şeyler varsa, bilmem. Filler tepiniyor, çimler eziliyor işte. Altında bir bit yeniği var ya…” diyerek başkalarından da işittiğim hikayeyi anlatıyor. Biri Özal döneminde kazılıp çıkartılmış yedi hazine odasından kalan altısı ve 6 ton altın… Sonra da ekliyor: “O IŞİD’li şeytanlara mı verecekler artık bilmem.”

‘BAZEN DİYORUM Kİ MÜSTEHAK’

Funda’ya Ofis’te rastlıyorum. 17 Şubat akşamı Sur’a destek eyleminde gazlı tazzikli sulara ve gözyaşartıcı gazlara maruz kalıp gözü kapalı caddenin ortasında kalakaldığımda… 36 yaşında, üniversitede bir oğlu var. Çatışmalarla birlikte şehrin ekonomisi sarsılırken o da işinden olmuş. “İnsanlar akın akın şehre geliyorlardı. Şimdi 10 sene geriye gittik” diyor. Güvenlik güçlerinin acımasızlığından yakınıyor: “Burada hakiki mermi kullanıyorlar, rastgele etrafa ateş açıyorlar.” Insanların son seçimde “kimse ölmesin” diye korka korka oy kullandığını söyledikten sonra ekliyor “Daha fazla insan ölür oldu. Bazen diyorum ki müstehak mı!”

‘DEVLETLE AİDİYET SORUNUMUZ VAR ARTIK’

Bağlar’da ismini Mehmet olarak veren orta yaşlı bir Diyarbakırlı, “Terör estirme, sindirme, korkutma. Devletin politikası bu” diyor. “Bütün bunlar başkanlık için. Adam resmen ülkede kaos yarattı.” Sokaklarda “Ranger” gördü mü uzaklaştığını anlatıyor, “Camları açıp rastgele ateş açıyorlar”.  “Birkaç sene önce bir heves vardı. Şimdi duygusal kopuş yaşıyoruz. Devletle ilgili aidiyet sorunumuz var” diyor.

Konuşmak istemeyen yanındaki arkadaşa dönüyorum ısrarla, “Baharla birlikte savaş yoğunlaşacak diyorlar, siz ne dersiniz?” Dudaklarından sadece, “Biz zaten 35 senedir savaşın içindeyiz, alışmışız” cümlesi çıkıyor, o kadar.

‘ULUCAMİ ARENASI’

Sur’da Ulu Cami önünde “halk arenası” kuruyoruz. İsmini vermeye çekinen bir Surlu, evini ve eşyalarını bırakıp çıkmış.  41 yaşında, inşaatçıymış. 16, 14 ve 12 yaşında üç çocuğu var. “20 senedir çalışıyorum, bir ev kurdum, aha orada, gitti. Şimdi 20 sene daha çalış” diye söyleniyor. Sonra “Biz 80 vekil çıkarttık, Saray savaş çıkarttı” diyor. 

‘İNSANLAR HENDEKLERİ ŞİKAYET ETTİ, GELMEDİLER’

Yanında 64 yaşındaki SSK emeklisi Şehitlik’te oturuyor. “Ben 64 yılda ilk defa böyle tankla, tüfekle mahallelere dalındığını görüyorum. İnanılmaz bir şey. Bu kadar savaş, sivillerin, askerin, polisin ölmesinin tek sebebi vardır, saraydır” diyor. Ona da Kandil’in hiç mi suçu yok diye soruyorum. “Olabilir fakat bilmiyorum. Bu şehir merkezine bu kadar silah ve mühimmat stoklamışlarsa, bilmiyorlar mıydı. Hendek vardı, kazılıyordu. Ilk başta Sur’daki insanlar istemediler, şikayet ettiler. Devlet bir şey yapmadı.” Sonra söylenmeye başlıyor: “Benim dedem de Çanakkale’de savaştı. Kürt olmak suç mu? Biz de Müslümanız. Suçsa gidip Allah’a sorsun. Biz insan gibi yaşamak istiyoruz, bölünmeyi istemiyoruz. O zaman Suriye’den farkımız kalmaz.”

Mehmet 16 yaşında. “Her iki cephe de günahtır. Başkalarının eline silah veriyorlar. Barış olsa daha iyi” diyor. Onu da başlarda gözaltına almışlar, hendek kazıyor iddiasıyla. Arkadaşıyla birlikte karakola götürmüşler. “Ben ne hendeyi, ben burada kahvede çalışıyorum dedim” diye anlatıyor. Güç bela ikna etmişler, kurtarmışlar. Ama arkadaşı 16-17 yaşlarındaymış, onu bırakmamışlar.

‘PLAYSTATION OYUNU’

İsmini ‘Murat’ olarak veriyor. 25 yaşında, Şehitlik’ten. Lise mezunu ve satış danışmanlığı yapıyor. “Playstation oyunu içindeyiz. Gençler de bu oyunun içinde.” İçeridekilere sempati besliyor, “Yaptıkları belki hoş değil, ama devlet olayı isyana dönüştürdü. 10 kişiyle isyan mı çıkar!” diyor.
Yanındaki atılıyor: “Diyarbakır halkı savaş istemiyor. Milletvekili oğulları ortada yok. Kendi çocukları ölmüyor, para veriyor, askere yollamıyorlar. Geçenlerde ölen polisin evini gösterdiler. Yoksul evi. Mecbur olmasa polis olur muydu hiç.”

Peki Hizbullahçılar, Hüda-Par? 41 yaşındaki Surlu inşaatçı, “Onlar çıkar İsrail için gösteri yapar. Bu zulme gösteri yapmaz. Onlar kayıptır” diye atılıyor. Sur’un içinde Türkçe bilmeyen cihatçılar olduğu söylentilerini aktarıyorlar. İçeriden çıkanlar bazı yapıların önündeki heykellerin yok edildiğini anlatmış.

HAMİD DAYI VE ‘DEVLETTEN KELLE BAŞI ALANLAR’…

Hamit Dayı Sur’dan güç bela canını kurtarmış. Evi Hasan Paşa Hanı’nın arkasında, otoparkın orada. 30 ve 36 yaşlarında iki oğlu var, bir kızı. 30 sene Gazi Caddesi’nde saat satmış. Evini üç kez aramışlar, bir şey bulamamışlar. Karakola gitmiş, hakime derdini anlatmaya çalışmış. Özel harekatçılar iki oğluyla evi yakınına getirip bıraktıklarında etraflarına ateş açmışlar. Dayı ve oğulları çıkışmışlar “Ne yapıyorsunuz” diye. Dayı diyor ki, “Bize ‘devletten kelle başı alıyoruz’ dediler. Şükrediyoruz, nasıl kurtulduk! Asker olmasa katledilirdik içeride”. Onlar da kim deyince sadece, “Yine askerde merhamet var. Özel harekatçılarda, Esadullah’ta yok” diyor.

‘KANDİ HDP’Yİ BATIRDI’

Sur’dan Ofis’e yürürken 53 yaşındaki ‘Abdullah’a arkamdan “Ceyda hanım” diye seslenmesiyle rastlıyorum. HDP’li. Sağlıkçı olduğunu söylüyor. “Herkese terörist diyorlar. Öldürmenin sonu gelir mi? Bizim bir derdimiz yok. Ama Ankara bizi dert görüyor. Sanırsın İsrail güçleri Gazze’ye giriyor. Bu nasıl iştir” diye feryat ediyor. Peki PKK? Kendini şöyle bir tutuyor, ardından “Kandil HDP’yi batırdı. Daha da başka bir şey demiycem” diyor.

‘PKK ORTADOĞU’NUN TAŞERONU’

Ayşe 46 yaşında. Diyarbakır’ın varlıklı ailelerinden. Ailesi Sur’dan. “JÖH’tür PÖH’tür eski JİTEM’cileri sokmuşlar içeri” derken, orduyu ayrı tutuyor: “Ordu bu işe o kadar karışmıyor. Sur’da onlar yok.” PKK’yi sert eleştiriyor, “Ortadoğu’nun taşeronu” ifadelerini kullanıyor. Barış sürecini fırsat bildiklerini savunup “Hendek mimarisi oluşturdular, silah depoladılar” diyor. Peki güvenlik güçleri? “Görmediler. Paralelci polisler de yol verdi. Belediyeler yemek taşıyordu. Kamyon kamyon kum yığıldı. Lice mahkeme yeriydi, çekmedikleri işadamı yoktu” diyor. Devleti de PKK’yi de barış için samimi bulmuyor. Özyönetime karşı: “Burası Fransa, İsviçre olsaydı güçlenir, kalkındık. Ama hırsızdırlar. Bütün imkanları kendileri için kullanırlar” görüşünde. Yine de HDP’ye oy vermiş, “7 Haziran’da Erdoğan gitsin diye 80 vekil verdik. Savaş çıkardılar. Kandil bizi yanlış anladı.” PYD’yi dış güçlerle işbirliği yaptığı için eleştiriyor, “Şu anda Esad’la savaşsa Erdoğan için sorun biter. PYD hormonlandı, jokerdir, boşluklara giriyor” diyor.

‘REVA MIDIR YAPTIKLARI’…

46 yaşındaki Yeter’e Sur’un Ofis tarafındaki çimenlerde rastlıyorum. “Bizim gençlerimiz var bilmiyoruz ki nereye saklasak. Dışarı bırakmıyoruz, okula gidene kadar ölüyoruz” diyor. “Sur’da Hz. Süleyman türbesi, Saray Kapısı millet adeta hac gibi giderdi. Evliyalarımız orada. İğne atsan düşmezdi. Ne hale getirdiler” diye söyleniyor. Yakınları iki ay kalıp kurtulmuş. Sorumlusu kim diye sorunca önce çekiniyor sonra “Devlet değil mi bizi koruyup kollayacak. Reva mıdır yaptıkları” diyor, başka da bir şey demiyor.

POLİS BASKINI

‘İhbar var, fotoğraf çekmişsin!’
 
Ulu Cami önünde kurduğumuz ‘halk arenasının’ uğradığı baskın, Sur çevresinde yaratılan korku ikliminin özeti. Vatandaşla sohbet ederken, arkamdan gelen sert sesle irkildim: “İhbar var, fotoğraf çekmişsiniz!” Sakallı çelik yelekli bir polis yüreğimizi hoplattı. Taburemde başımı kaldırıp “Niye, fotoğraf çekmek yasak mı?” diye çıkıştım. “Burası yasaklı bölge, talimat var” dedi. “Neyin fotoğrafını çekeceğiz, karşıda demir perdeli dar sokaklar dışında bir şey yok ki. Ne ihbarıymış” diye itiraz edince, bu kez “Şikayet var” dedi. Amcalar istemediği için fotoğraf çekmediğimi belirttim. Bizlerin basın kartlarını almakla yetinmedi, yaşlı amcaların kimliklerini de topladı, GBT için… Arkamdaki heybetli kadın polis “Onlar ne, notların mı” dedi bir ara sert bir sesle. Ben “Başka ne olacak, gazeteci dediğin not alır” diye çıkışınca geri çekildi. Kargacık burgacık yazımı çözemeyeceğine kanaat getirdiyse artık… Sukünetle kimliklerimizin verilmesini bekledik.


‘YOK BİZ MUTLUYUZ’

Sur çıkışında daha önce konuşmak için söz aldığım kadın polisi ararken yine rastladım aynı sakallı polise. Koşa koşa gelip “Konuşamazsın” diye rest çekti. “Benim işim bu. Niye, sizin hiç derdiniz yok mu” diye sorunca bulabildiği tek cümle, “Yok. Biz mutluyuz” oldu.

Ancak Diyarbakırlılar başka bir öykü anlatıyor. Polislerin çoğunun bekar evlerinde kaldığını, aileleri olanların lojmanlarından çıkamaz olduklarını... Trafik polisleri ise etraflarında korumalarla dolaştıklarından “Zırhlı delikanlı” lakabı almışlar.

HABER NÖBETİNDEN SÜZÜLENLER…

Barış olmadan gazetecilik zor zanaat…
 
Diyarbakır’a ‘Haber Nöbeti’ne geldik. Savaş yüzünden sağlıklı haber alma imkanı olmayan kentte koştururken, kafasına silah dayanan DİHA muhabiri Serhat Yüce, kameramanının bindirildiği zıhrlı aracın önüne atılan Ferat Memetoğlu, haber izlerken heyecanlandığı için tutuklanan Beritan Canözer veya sürekli kimlik kontrolleri ile bezdirilen, görüntüleri silinen meslektaşlarımızla dayanışma için... Diyarbakır Cezaevi önünde Haber Nöbeti’nin İstanbul’daki ekibiyle eşzamanlı olarak Silivri-Diyarbakır dayanışması kurduk. TOMA’larımız, yüzleri maskeli özel harekatçılarımız eksik olmadı. Sur’da yaralı sivillerle sıkışıp kalan Mazlum Dolan’la ilgili Dağkapı’da yürüyüş yaparken polislerimiz yerini aldı. Israrımızla birkaç yüz metre yürüyüp basın açıklamamızı yaptık. Akşamüzeri Mazlum’un çıkarıldığı haberiyle sevinirken, gözaltına alınmasına şükrettik.

ENFORMASYON TRAFİĞİ…

Gazetecilik mesleği asgari barış koşulları gerektiriyor. Savaş koşullarında ise basın üçe ayrılmış durumda: İlki ‘havuz medyası’. Valilik koordinasyonunda enformasyon AA üzerinden yayılıyor. İkincisi, yetkili makamların bilgi vermediği medya. Üçüncüsü neyin ne kadar verileceğine karar verilen yabancı medya. Yani gazeteciler için sağlıklı bilgiye ulaşmak imkansız. Bilgilerin güvenilirliği, teyit edilmesi, farklı kaynatlardan kontrol edilmesi imkansıza yakın. Yetkili kurumlardan özel ilişkilerle bazı bilgiler alınabiliyor. Sahadaki gazeteciler yasaklı bölgelerde olanları aktarmak için canlarını tehlikeye atıyorlar.
 
YARINA: Haber Nöbetimin ortakları, Muhammedi Gül mü? Kardeşinin cenazesini 33 gün alamayan İhsan Seviktek’in isyanı, İslamcı Azadi haraketi…



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

ABD’de darbe tehdidi 7 Eylül 2018
Zaharçenko darbesi 5 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları