Hikmet Çetinkaya

Vicdansızlar...

08 Mart 2014 Cumartesi

Ezilenin değil ezenin yanındadır bu düzen... Vurgunun, soygunun, talanın yanındadır...
Öfkenin, vicdansızlığın!
Hoyratlığın!
Kıyımın!
Keskin nişancıların beş yıldızlı otellerin çatılarında mevzilendiği, Taksim’de emekçilerin kanını döken bir çarktır.
Geçmişte de, bugün de!
Hayatımızı sömürenlerin...
Tersanelerde, AVM inşaatlarında, naylon çadırlarda ölen, asgari ücretle bile çalıştırılmayan, sigortasız işçilerin ülkesidir.
Yoksulluğun kol gezdiği, kadının yok sayıldığı, şiddete uğradığı...
14 yaşındaki kız çocuklarımızın imam nikâhıyla evlendirildiği...
İntiharların, töre denilen vahşetin yaşandığı...
Karanlık dehlizlerde aydınlıktan korkan canilerin yaşadığı...
Emeğin örgütlü gücünün, insan haklarının unutulduğu...
Ceylan’ların, Ayşe’lerin, Erdal’ların, Ethem’lerin öldürüldüğü...
Mayın tarlalarında hem çocukların hem de Mehmet’lerin parçalandığı, Uludere’de kaçakçı gençlerin katırlarıyla birlikte ateş topuna döndüğü...
İşte böyle bir memlekettir benim memleketim...
Nâzım Hikmet’lerin, Sabahattin Ali’lerin, Ahmed Arif’lerin, Hasan Hüseyin’lerin, Can Yücel’lerin yetiştiği...
Zindanlara atıldığı, haklarında ölüm fermanlarının buyrulduğu...
Dağlarına bahar gelmeyen canım ülkem benim!

***

Yüreğin oradadır; fısıldayan bir suda, mor dağların eteklerinde, uçsuz bucaksız vadilerde, beyaz köpüklü denizlerde...
Zindanlarda!
Prangalarda!
Hücrelerde!
Bir mor menekşe gibi açan bahçelerde...
Dost ormanların gölgelerinde.
Suçsuz yere beş yılı aşkın süredir tutuklu kalan herkese...
Yaşam hakkı ellerinden alınıp özgürlükleri tutsaklığa dönüşenlere...
Prof. Dr. Yalçık Küçük’e, Soner Yalçın’a, Tuncay Özkan’a, Hikmet Çiçek’e, Turhan Özlü’ye, Nedim Şener’e, Ahmet Şık’a, tüm tanıdık dostlara, arkadaşlara tuzak kuran tarikatçı, cemaatçi polislere, savcılara, yargıçlara, başbakana, bakanlara, hükümete...
Yüreklice söyleyin bakalım...
Vicdanınız acıyor mu acımıyor mu?
Paralel yapı, dikey yapı, eski ortaklar, yeni düşmanlar!
Gammazlayanlar, fişleyenler, dişleyenler, izleyenler!
Yandaşlar, candaşlar!
Yetmez ama evet diyenler, AKP’yi demokrasinin ve özgürlüğün simgesi sayanlar, Gezi Direnişi’ne katılan pırıl pırıl gençlerimize, insanlarımıza “terörist yaftası” asanlar...
Medya patronu kartondan aslanlar, kaplanlar, ihale peşine düşenler, bir ayağı Pensilvanya’da, öteki ayağı Ankara’da olanlar.
Dik durmayan gazeteci tayfası, yazarlar!
Hâlâ yalakalığı sürdürüp yaşından başından utanmayan koçlar!
Neden hep ezenin yanında oldunuz, niçin ezilenlerle saf tutmadınız?

***

Paralel yapının dinlediği 7 bin kişi...
Bir İçişleri Bakanı bunu bilmez mi?
Paralel yapı devletin içine sızmışsa bunda şaşılacak ne var!
O yapı zaten 1980’den beri var, doğru.
28 Şubat’ta okulların anahtarlarını dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı emekli Org. Çevik Bir’e vermek istedikleri de doğru.
Hepsi tamam, saptamalar yerinde...
Odatv, Ergenekon, Balyoz, KCK ve öteki davalar...
Meslektaşlarına neler yaptıklarını herkes biliyor...
Başbakan olarak Erdoğan da biliyor örgütlenme biçimlerini...
Siz 12 yıldır iktidarda değil miydiniz? Niçin işin bu boyuta geldiğini göremediniz?
Bugün ortada yolsuzluk savları dolaşıyor...
Ucunun nereye dokunduğu biliniyor!
Mesele de bu zaten!
Turgut Özal’dan Demirel’e, Çiller’e, Ecevit’e uzanan bir zincir ve sizin denetiminiz altında devletin en duyarlı kurum ve kuruluşlarında örgütlenme...
Bizim canımız yanarken siz neredeydiniz?
Şafak operasyonlarında asker-sivil, gazeteci-bilim insanları gözaltına alınırken, Cumhuriyet’e İlhan Selçuk bomba attırdı derken, yaftalarken...
Evet aynen böyleydi...
Bir torba vardı, katiller, katliamcılar, suçlu suçsuz herkes o torbanın içine giriyordu.
Siz el ele kol kola demokrasi ve özgürlük şarkıları söylüyordunuz...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları