Hikmet Çetinkaya

Alışığız baskıya, zulme!...

06 Aralık 2015 Pazar

Biz alışığız ölümlere, acılara, hüzünlere, paramparça olmuş yüreklere, bedenlere...
Havanın şaşkınlığına, çiçeklerin boyun büküşüne...
İşkencelere, zindanlara!
Çiğdemlerin kokusuyla ağırlaşan havaya, baskıya, zulme!
Toprakla, onunla bağlaşık denize.
Biz alışığız ölümlere, faili meçhul cinayetlere, asit kuyularına...
Biz alışığız “asmayalım da besleyelim mi” diyen darbeci paşalara.
Açık, aydınlık bir ülke olacağını söyleyen siyasetçilerin ileri demokrasi kandırmacalarına.
Alışığız tezek yakmaya...
Rus doğalgazı kesilse bile, çile çekip hayatı sürdürmeye.
Zamana ayak uydurmaya, emperyalizmin taşeronluğunu yapmaya, çocuklarımızı öldürmeye.
Alışığız savcılarımızın, askerlerimizin, polislerimizin, gençlerimizin öldürülmesine.
Kıyıma alışkınız, katliamlarla hısımız.
Suruç’tan Ankara Garı katliamına uzanan süreçte kaç kişinin öldüğünü bile dert etmemeye...
Kimsesizler mezarlığında dolaşmaya, çile çekmeye, kana kan intikam duygularıyla yaşamaya...
Tahir Elçi’nin öldürülmesine; Can Dündar’ın, Erdem Gül’ün tutuklanmasına...
Bilmem sizin gözlerinizden yağmur bulutu geçti mi Erdem’in iki çocuğuna yazdığı mektubu okuyunca...
“Ankara’ya ilk kar yağdı, ikinci kar yağdığında sizinle kartopu oynamak üzere ikinizi de kucaklıyorum.”
Nasıl bir yalnızlıktır o, içeride yatanlar bilir...
Nasıl bir hüzündür o, nasıl bir yürek çarpıntısıdır yaşayanlar anlar!

***

Alışkınız biz karanlığın içinde dolaşmaya, derin uçurumlardan yuvarlanmaya, Soma’da yerin altında ölmeye, rezidansların otuzuncu katından asansörle toprağa çakılmaya...
Toprağın altında ve üstünde ölmeye alışkınız biz gülüm...
Kimi zaman bir şairin dizelerinde, kimi zaman öykülerde, derin uykularda, alacakaranlıklarda.
Mario Luzi’nin dizelerinde bir anlık suskunluğu, sevdanın eksikliğini, kalleşliği, puştluğu, aymazlığı görmeyecek kadar enayiyiz biz.
Bu yüzden ölümler vız geliyor, alışığız...
Hıçkırığımız, benim, sizin boğazına düğümlü...
Sesimiz çıkmıyor, korkağız biz!
Yılgınız...
Hepsine ama hepsine alışığız biz!
Hoyratız, kindarız!
Bir şairin dizelerinde belki soluk alıp vermeye çalışıyoruz, gün batımlarında.
Bir kıyı kasabasının kış yalnızlığı içinde...
Sesimizi kimse duymuyor:
“Yaşamak ve güneş belleksiz
iç içe gökle, uzak hasat arttığına sürgün;
yaşamak bize kalandır hâlâ
parmaklarımız zaten buza tutuklu.”
Üşümeye alışkınız, buza, acıya, ölüme...
Kırgın esmer bir yalnızlığa alışkınız...
Özgecan’ların öldürülmesine, töre vahşetine...
Rüzgârda savrulan nehirler üzerinde hayata bakmaya.
Berkin’in öldürülüşüne, Roboski’de cayır cayır yanan çocuk ve gençlerin bedenlerine.
Bir anlık suskuya, ölüm hücresinde ateşe ve susuzluğa.
Alışığız bir tanem, alışığız millet olarak!

***

Baskıya, zulme, direncimizi kıranlara, umutlarımızı çalanlara da alışığız...
Tüm bunlara rağmen, dik duracağız, boyun eğmeyeceğiz, tuzağa düşmeyip beyaz düşlerimizi hayata geçirmek için çabalayacağız...
Bir pazar sabahı masamın başında direnen, umudun çığlığı olan Can ve Erdem’e “Merhaba” diyorum...
Bunu sık sık yapacağım!
Can, önceki gün Silivri’deki hücresinden yazdığı yazısında “Suçlular güçlü, güçlüler suçlu” derken Türkiye’nin yakın tarihini anlatıyordu.
Tan Matbaası’nın basılışının üzerinden 70 yıl geçmişti...
70 yıl önce 4 Aralık’ta dönemin tetikçi kalemlerinin yönlendirdiği manşeti şöyleydi:
“Kalkın ey ehli vatan!”
O yılları yaşamadık, kitaplardan okuduk...
Onun için alışkınız, alışkın!

***

Sevgili Okur;
Yarından itibaren haftada dört gün yazacağım. Yazılarımın yayımlanacağı günler: Salı, perşembe, cumartesi ve pazar...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları