Maraş’tan Kabataş’a Yalanın Kanlı Tarihi

16 Şubat 2014 Pazar

Maraş katliamı bir yalanla başladı:
Çiçek Sineması’nın yakınında bir ses bombası patlatılıp ülkücülerin saldırıya uğradığı söylendi. Kente, “Aleviler Sünnilere saldıracak, camileri yakacak” söylentisi yayıldı.
Yalanın bilançosu:
7 gün süren katliamda 150’ye yakın insan öldü.

***

Sivas katliamı bir kışkırtmayla başladı:
Yerel bir gazete “Müslüman mahallesinde salyangoz satıyorlar” manşetiyle çıktı. Yobazlar cuma namazı çıkışı kışkırtıldı, Aziz Nesin ve arkadaşlarının kaldığı otel kuşatıldı.
Kışkırtmanın bilançosu:
7 saat sonunda 35 insan katledildi.

***

Malatya katliamı bir palavrayla başladı:
“Türkiye’de 40 bin kilise var. Misyonerler dört bir yanda cirit atıyor. Her yerde İncil dağıtıyorlar. İslam elden gidiyor” diye konferanslar verdiler. Solcu geçinenleri inandırıp demeçler verdirdiler.
Palavranın bilançosu:
Malatya Zirve Yayınevi’nde çalışan biri Alman, ikisi Türk üç Hıristiyan, boğazları kesilerek öldürüldü.

***

Böyle kanlı tarih sicili olan bir ülkede, hem de Gezi eylemi sırasında, polisin direniş karşısında parktan çekilmek zorunda kaldığı aşamada, “elleri deri eldivenli, üstleri çıplak, başı badanalı 70-100 kişilik bir grubun, yanında 6 aylık bebeği olan başörtülü bir kadını taciz ettiği, saldırdığı, yerlerde sürüklediği” yalanını üretirseniz, bunun adı “katliam davetiyesi”dir.
Bu yalanı üreten akla, “iftiracı” denir.
Bu yalanı kullanan Başbakan, “halkı kin ve düşmanlığa sevk” etmiş demektir.
Bu yalana ortak olanlar da “işbirlikçilikle, tahrikçilikle” itham edilir.
Ortalığı böyle karıştıranlar, “İnanmak istemeyen inanmaz.
Kimseye ispat etmek zorunda değilim” deyip işi kapatamaz.
Siyaset meydanında konuyu bu kadar kullanan partinin sözcüsü, “Ben ne biliym, Başbakan’a sorun” deyip kaçamaz.
Bu propaganda savaşında gönüllü rol alanlar, “Hay Allah, yanıltılmışım” deyip sıyrılamaz.
Vebali, tarihte yazılıdır; büyüktür.

***

Şükür ki, bu kez kitle sağduyuluydu.
100 bine yakın insanın Taksim’i doldurduğu, İstanbul başta bütün ülkenin ayakta olduğu, meydanlara barikatlar kurulduğu bir günden söz ediyoruz.
Böyle bir dönemde, insanların birbirine girmemesi, Başbakan’ın ısrarlı tahriklerine kulak vermemesi, işin, “başörtülü mağdurlartacizci laikler” kavgasına sürüklenmemesi, tamamen sağduyunun eseridir.
Umalım ki bu, dışardan birilerinin dolduruşuyla birbirini doğraya doğraya unufak olmuş bir halkın, artık siyasetçinin, gazetecinin yalancısına güvenmemesinin, kolayından dolduruşa gelmemesinin neticesidir.
“Camilerimize birayla girdiler. Yolda kızımıza saldırdılar” diye kürsülerden ısrarla yalanlar haykıran, sonra dün iki yalanı birbirine karıştırıp, “bira şişesiyle kızımıza saldırdılar” yalanını uyduran ve inananları kışkırtan sesin, tarihte benzer seslerin yaktığı aydınlara, kestiği kafalara, sıktığı kurşunlara bakıp “Bir katliamı da ben tetiklemiş olmayayım” diyerek öfkesini yatıştırması ve özür dileyip susması gerekir.
“Kızcağızın eli uf olmuş, psikolojisi bozulmuş, ne çok gözyaşı dökmüş” diye ağıt yakanların da o günlerde vahşice dövülerek öldürülen, arabalar altında ezilen, gaz fişeğiyle katledilen, kör edilen, sakat bırakılan gençleri ve hâlâ mahkeme kapılarında hak arayan ailelerini hatırlayıp biraz utanması gerekir.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları