Hikmet Çetinkaya

Umudumuz direncimizdir...

27 Ekim 2015 Salı

1 Kasım’da erken genel seçimlere gidiyoruz...
Seçimlere beş gün kalmasına karşın toplumda bir hareketlenme falan yok.
Suskunluk egemen!
Ankara katliamını gerçekleştiren saldırganların üzerlerindeki bombalarla 45 dakika kent içinde dolaşmaları, polisin arama noktalarından sorunsuz biçimde geçmeleri, birbirlerine mesajla “aşkım ben geçtim” demeleri...
Kanlı bir eyleme değil pikniğe gidiyorlar sanki...
Güle oynaya!
Adana’dan Ankara’ya kaç kez durdurulur araçlar, kaç kez trafik denetimi yapılır?
Teröristlerin birileri tarafından korunup kollandıkları kesin!
Peki, kim onlar!
Cumhuriyet tarihimizin en büyük katliamı, 10 Ekim’de Ankara’da yapılacak “barış mitingi” öncesi, tarihi tren garının önündeki alanın iki ayrı yerinde yapılmıştı...
100’ü aşkın canımızı yitirdik bu alçak bombalı saldırıda...
Barış dilini kullananların “vatan haini” olarak görüldüğü bir ülkede, çevreye yayılmış paramparça olmuş bedenler...
Hayat ve ölüm arasındaki o ince çizgi!
O günden bugüne dek uykularım kaçıyor; havanın koynunda, sarı bir halenin gölgesinde dolaşıyorum.
Bizi karanlığa tutsak, orada yaşamaya mahkûm etmek isteyenleri, kanla beslenen kurtları lanetliyorum.
Emekçilerin, üniversite öğrencilerinin, barıştan yana olan herkesin bu kanlı olayı hep ama hep anımsamalarını istiyorum.
Üstelik 1 Kasım’da sandığa giderken...

***

Devletin yıldırma yöntemi, şiddet, baskı, sindirme...
Bugünlerde bilerek bu kelimeleri yan yana, alt alta koyarak, yaşananları anlatmaya çalışıyorum.
Katliamlara alkış tutan bir kesimin varlığı insanın içini acıtıyor...
Sevgi bağı kopmuş, insanlık yok olmuş!
Ölümleri onaylayan, iyi oldu” diyen bir kesim, sosyal medyada cirit atıyor. Cumhuriyetin savcıları bu insanlık dışı paylaşımları yapanları nedense görmezden geliyor...
Devletin şiddeti, acımasızlığı taşeron terör örgütlerine verildiği için, bilinmezliğin karanlık odalarında yeni hedefler arıyor.
Yitirdiğimiz canların yasını tutmayı, onları anmayı bile engelleyen bir düşüncenin kuşatması altındayız.
Yasımızı tutmayı toplumsal bir kışkırtma olarak görenler, toplumu ayrıştıranlar, hayatlarımızı dilim dilim doğruyor.
Ölümlere alkış tutan, onaylayan, acılarımızı görmezden gelenler... Roboski’de Suruç’ta, Ankara’da; geçmişte Madımak’ta, Gazi’de, Maraş’ta karşımıza çıkanlar...
Direncimiz umuttur, acılarımız olsa da!
Şimdilerde 90’lı yılları beyaz Toros”lar olarak anımsatıp, Kürtleri korku tüneline sokmak istiyorlar.
Tarih iki boyutlu olarak karşımıza çıkıyor...
Katliamlar, Uğur Mumcu, Musa Anter, Hrant Dink cinayetleri, devlet içindeki örgütlü silahlı çeteler...
Havanın koynunda, sarı bir halenin gölgesinde alaca bir şafak, bulutlarla kaplı gökyüzünü griden siyaha dönüştürüyor...
Faili meçhul cinayetler, Türkiye’nin son 40 yılı sanki takvim yapraklarından masamın üzerine dökülüyor...

***

Sabah akşam ben vatanseverim, diyenler, bu ülkenin dağlarını, ovalarını, göllerini, akarsularını, ormanlarını talan edip insanları topluca katlediyorlar...
Karanlık odalarda planlar yapılıyor, maden işçileri diri diri yeraltına gömülüyor; çocuklar, vatana feda edilmiş evlatlar öldürülüyor, şehit düşüyor...
Olan yoksullara, emekçilere oluyor.
Seçimlere beş gün var ama Türkiye’nin gündemi savaş, barış, şiddet!
Terörle mücadeleye evet!
Peki, terörle 30 yıldır mücadele ettik, “bir avuç eşkıya” dedik, bayrağa sarılı tabutların gelmesini önleyebildik mi?
Acı ama gerçek olan bu!  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları