Hikmet Çetinkaya

Acımız, isyanımız, yasımız...

22 Ekim 2015 Perşembe

Sis iniyor derin vadilere, dağların yamaçlarından ovalara...
Gece soluk alıp veriyor.
Gece sessiz!
Gece yorgun!
Işıklar solgun tıpkı insan yüzleri gibi.
Düşler gölge oyunlarını anımsatıyor, ölümlerin, acıların durağında.
Büyük kentlerin yoksul semtlerinde bir kadın iri simsiyah gözlerinde bir özlemi, tutkuyu haykırıyor.
Ölüm kol geziyor, acılar katmerleşiyor...
Öğretmen Damla, Oktay, Şehmuz, Hidayet, Ayşe...
Bir katliamın ardından içimize kış çökmüş, yürekler buzullanmış...
Söyleyin yaşamak neye yarar!
AKP’nin devlet şiddeti, beyaz Toroslar, 90’lı yıllar, JİTEM, faili meçhuller...
Diyarbakır’dan Batman’a, Siverek’ten Mardin’e kadar...
Bir varmış bir yokmuş gibi bir şey işte anlatacaklarım, anlatacaklarımız.
Öldürülen çocuklar...
Gençler...
Kadınlar...
Erkekler...
Yaşadığımız coğrafyada kutuplaşmaların, ötekileştirmelerin ne acılar getirdiğini, ayrışmanın ülkeyi yangın yerine dönüştürdüğünü, her gün anlatan biz yine şaşkınız...
Roboski’de paramparça olan bedenler, Gezi’de öldürülen çocuklar, gençler, Suruç’ta 7 Haziran sonrası 33 canımızı alan kör terör...
Bir yanımız IŞİD, bir yanımız PKK...
Şimdi ise Ankara katliamı üzerine konuşulanlar, önce konulan bir süre sonra kaldırılan yayın yasakları.
İşte size memleketin halleri!

***

Gerçekleri yüzüne bir şamar gibi indirdiğinizde şaşkın ördek gibi kıçın kıçın dalan, ölümlerin üzerini örtmeye çalışan, bilindik çıkışları yapan, “vatan, millet, bayrak” deyip, Kırşehir’de bir kitapçıyı talan eden, yakıp yıkan...
Her Kürt yurttaşımızı potansiyel terörist olarak gören, ulusalcılık maskesiyle dolaşıp bunu kendi çıkarları için kullanan...
Sülük gibi kanla beslenen...
Dağlarımız, ovalarımız, göllerimiz, sularımız satılırken HES’lere karşı direnen köylü kadınları döven, gözaltına alan, güvenlikçileri üzerlerine salan...
Soma’nın Kırca köyünde binlerce zeytin ağacını öldürürken, barışı katleden, alçaklığın bedelini hiç ödemeyen, 300 madenciyi yeraltında ölüme götüren...
Çalan, çırpan!
Terör tırmanırken ölen canlar üzerinden siyasi rant sağlamaya çalışan, 15 yaşındaki Berkin Elvan’ı “terörist” diye yaftalayan, intikamını ölen çocuğun annesinden, babasından almayan çalışan...
İğneada’ya nükleer santral kurup, salt Türkiye’nin, Bulgaristan’ın değil tüm Balkanlar’ın canına okumaya hazırlanan bir zihniyetin niçin kırılamadığını düşünmenin zamanıdır...
Düşünmenin zamanıdır çünkü 1 Kasım’a çok az kaldı...

***

Acımız, isyanımız, yasımız, hüznümüz var bizim ey halkım!
Sevdamız, aşkımız, tutkumuz var umudumuz...
Yarınlar var önümüzde, yarınlar.
Yarınlar, belkilerle dolu...
Bak Muazzez Menemencioğlu demiş yıllar önce:

“Beni yağmurun ardından gözle
Çıkıp gelirim belki.
Belki çiğneyip asırlık töreleri,
Alabildiğine yaşamak için.
Dost bildiğim insanlardan gizlice.”
Belkileri bir kıyıya koyduk. Yarınlara bakıyoruz hep birlikte.
Şehit cenazeleri, etkisiz hale getirilenler, Ankara katliamı...
Sonbahar yağmuru yağarken düşünüyorum uzun uzun.
Belkileri, tüm beklentileri, yaşama dair ne varsa her şeyi, var olan renkleri senin yüreğine koymak istiyorum.
Bir hayata filiz vermek gibi bir şey bu!
Senin gelmeni, hayatı kucaklamanı, acımızı, yasımızı bölüşmeni istiyorum...
Sen bekle gelsem de gelmesem de...
Bakma sen mevsimler gibi dönek bir hayatın yelpazesinde olanlara...
Hayat için, umut için...

***

Kim bilir gerçekten bir gün gelebilir, sevgi ve barış dili.
Dağı dağ, ovası ova, denizi deniz, umudu umut, sevgisi sevgi, kardeşliği kardeş olur yurdumun...
Tahsin Saraç’ın Türkiye’si hayatla buluşur, hasret biter...
“Türkiye sonsuz mu sonsuz
İçimdeki özlem kadar.
..........
Türkiye uzak bir pınar
Her gece uykuma akar.”  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları