Hikmet Çetinkaya

Çocuklar Ölmesin!..

07 Şubat 2014 Cuma

Bir fotoğraf çok şeyi anlatır insana...
Sevgiyi!
Aşkı!
İhaneti!
Hayatı!
Ölümü!
Her şeyi ama her şeyi...
Sabah sabah bazı gazetelerin birinci sayfalarında yer alan o fotoğrafı görünce, Türkiye’nin öteki yüzünü gördüm bir kez daha...
Ülkelerin, kentlerin iki yüzü vardır...
En gelişmiş ülkelerde de görürsünüz “öteki yüzleri”, en geri kalmış yoksul ülkelerde de...
Benim, sizin gördüğünüz fotoğraf Van’ın Gürpınar ilçesinin Çeli mezrasında yaşayan 3 yaşındaki Muharrem’in çuvala konmuş ölü bedeninin babası tarafından sırtında taşınmasıydı.
Muharrem hastalanmıştı...
Ateşi geç saatlerde yükseldi. Mezrayla bağlı olduğu Yalınca köyünün arası 16, Gürpınar’la 80 kilometreydi.
Köy muhtarını aradılar, yardım istediler...
Kar yolları tıkamıştı...

***

Çaresizlik içinde beklemeye başladı baba Abdullah Taş, eşi ve öteki çocukları...
Ne giden vardı ne gelen...
Çaresizlikten yıkılmıştı!
Sabaha karşı iki sularında üç yaşındaki minik Muharrem her şeyden habersiz, bu dünyadan çekip gitti.
Haberi baştan sona okumaya hiç gerek yoktu...
Gazetelerin birinci sayfasındaki o fotoğraf, her şeyi anlatıyordu insana.
Elbet insan sevgisi olana!
Yaşamın atlası, bilinç, sağduyu, insan olmanın bedeli...
Birer çocuk mezarına dönüyordu benim yurdumun, başka ülkelerin yoksulluğa kanat çırpan o vadilerde yaşayan insanların toprak damlı küçük evleri.
Bilinçsizliğin sarmalında yaşayan halkların bedeli gibi...
Kahire’de Nil kıyısında o görkemli hayat, içerilerde milyonlarca yoksulun yaşadığı mezar evler.
Fark etmiyordu?

***

Bir baba, sırtında beyaz çuvalla...
Belki beyaz bir çarşaf...
Sırtında minik yavrusu...
Kar altındaki toprağa gömmeye gidiyor...
Otopsi, suç duyurusu falan da yapılmış.
Benim ülkemde Ethem Sarısülük’ü beylik tabancasıyla öldüren polis memuruna sadece kıdem durdurma cezasıverilirken, Gezi Direnişi’ne katılan gençler “terör örgütü” yaftasıyla suçlanırken, mezralarda minikler ölürken, hayatın sayfalarında “kahır ve acı”, bir bıçak gibi insanın etine sokuluyor şairin dediği gibi.
Yollarda yaprak döküntüleri, çocuk ölüleri, ağlayan analar, babalar, kardeşler...
Kıpkırmızı bir su akıyor gecenin içinden!
Bir alev yükseliyor tepelerden!
Yollar kandan kapanmış!
Ölüm minik bedenleri vurmuş!
Söyle ey hayat, ey insanlık ne yazarsın?
Kardan gözyaşlarına batmış bir aşk, bir özlem insanlığa dair.

***

Bir ağıt örtülü havada!
Borges’in o değişken dünyası içinde havayı solurken, yolsuzluk batağına saplanırken, bunca ikiyüzlülük ortadayken, bir çocuğun ölümü onları ilgilendirir mi?
Dolunayın büyük aydınlığı içinde parçalanmış bir yürek, bir fotoğraf, minik ölü bir beden...
Bakın son yolculuğuna gidiyor!
Biz kelimelerin içinde seyretmeliyiz dünyayı umutlarımızı yitirmeden.
Hep birlikte haykırmalıyız:
Çocuklar ölmesin tüm dünyada, güzel yarınları görsün!”
Bu bir istek!
Bu kin ve nefret!
Acılar!
Yıkımlar!
Yeter artık!

***

O fotoğrafa bakıyorum uzun uzun...
Bir beyaz çuval, belki bir çarşaf...
İçinde minik Muharrem’in ölü bedeni...
Yollar karla kaplı...
Onu gömmeye götürüyor, ailesiyle birlikte...
Fotoğrafta baba ve çocuk var...
Yardım gelmedi, çocuk öldü!
Suriye’de, Somali’de dünyanın pek çok yerinde de çocuklar ölüyor savaştan, yoksulluktan, açlıktan...
Van’ın Gürpınar ilçesinin bir mezrasından...
Sessiz bir çığlık duyuyor musunuz?
Çocuklar ölmesin çocuklar!..  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları