Hikmet Çetinkaya

Adaletsiz Adalet...

05 Şubat 2014 Çarşamba

Bir sevginin, özlemin, barışın, umudun, hayatın içine girdiğini görmek istiyorum...
Aşkın dilini konuşmak, aydınlık bir geleceğin umuduyla yaşamak, mutluluğu birlikte yaratmak...
Oturup düşününce, yıllar önceye gidince, sararmış gazete sayfalarında kalan o eski yazılarım karşıma çıkıyor hep...
Çocuk gelinler, adına “töre” denilen vahşet, erkek kardeşi, babası, amcası tarafından öldürülen 15-17 yaşında kızlar.
19 yaşındaki Hacire Göv adlı Viranşehirli o genç kızın öyküsü tıpkı diğerlerininki gibi.
Babasını kundaktayken yitirmiş Hacire...
Annesi büyütmüş.
Mevsimlik işçi olarak küçük yaşta Çukurova’ya, Ege’ye pamuk ya da belki Ordu’ya fındık toplamaya...

***

Geçen yaz mevsimlik işçi olarak gittiği yerde bir genç erkeğe âşık olmuş, ilişki yaşamış.
Köye döndüklerinde 3.5 aylık hamile olan Hacire’ye annesi Melfiye Göv, kürtaj yaptırmak istemiş.
Viranşehir Devlet Hastanesi’ne götürmüş ama doktor kürtaja karşı gelmiş.
Anne bu kez kızıyla birlikte Diyarbakır’a gidip orada kalmaya başlamış...
Köy halkı durumdan haberdar olmuş, dedikodu tüm köye yayılmış...
Kuzenler Diyarbakır’a gelip 8.5 aylık hamile Hacire’yi alıp götürmüşler.
Bir elektrik direğine bağlayıp genç kadını boğarak öldürmüşler, sonra da 30 metre derinliğindeki kuyuya atmışlar.
Tek başına töreye karşı mücadele veren anne, katilleri yakalatmış.

***

Milliyet’te Damla Yur’un haberini okuyunca şöyle düşündüm:
“Bu cinayetler bana hep ortaçağı anımsatır...
Ben genç kızlarımızın uzağındaydım ama onları çok iyi tanırdım...
Harran Ovası’nda yıllar önce genç kızlarla konuşurken sormuştum onlara:
“Aşk nedir sizin için?”
Yanıtları şu olmuştu:
“Biz aşklarımızı yüreğimizin derinliğinde taşır ama açığa çıkaramayız...”
“Neden?”
“Ölüm korkusundan!”
O korku bildim bileli var!
Ölümler var!
O genç kızlar uzak mevsimlerin içinde değil, yanı başımızda yaşıyorlar.
Din kıskacı, aşiret, şıh, aile baskısı...
Güneydoğu’da daha çok görülüyor...
Bölük pörçük anılarımın sayfalarında kadınlara, çocuklara yapılan şiddeti, tacizi, tecavüzü...
Kadının nasıl sömürüldüğünü görüyorum...
Bir kıskançlık gölgesi, kötücül düşünceler, canavarlaşan ruhlar kuşatmış dört bir yanımızı. Neden bir umut sarmalı içinde değiliz?
Neden hayatın vazgeçilmezi olan sevgiyi, aşkı, barışı yok sayıyoruz?

***

“Adalet Sarayları”nda adaletsizlik dağıtılan bir toplum “Kitap Sarayları”nı bilmiyor, çoktan unuttu!
Bu yüzden birey değil kul oluyor...
Biat ediyor!
Bakanlık görevinden ayrılırken yol arkadaşına “Önce sen istifa et” diyen eski bakan ve milletin vekili, “Kendine çekidüzen ver, sözünü geri al” buyruğunu alınca biat ediyor:
“Özür dilerim, 40 yıllık arkadaşımdan özür dilerim...”
Böylece nadim, pişman olup, liderini kucaklıyor!
O sırada bir başka annenin çığlığını duyuyoruz...
Ali İsmail’in annesi Emel Korkmaz sanıklara sesleniyor:
“Yüzüme bakın, gözlerinizi kaçırmayın benden!”
Viranşehir’de bir anne, kızının ölümü ardından ağıt yakıyor...

***

Nice anaların, babaların yüreği yanıyor...
Çocuk gözlerinde bir yalnızlık yaşanıyor...
Bir ses, bir soluk!
Çığlık!
“Bırakıp gittin beni kalarak olduğun yerde hareketsiz; her yerde bırakıp gittin beni gözlerinle; düşlerin yüreğiyle bırakıp gittin beni; yarım kalmış cümle gibi bırakıp gittin...”
Gerçekten bırakıp gidiyor hayat...
13 yaşındaki kız çocuğuna toplu tecavüz eden dedesi yaşındaki 26 adamı, yargıcın “kız kendi isteğiyle yapmış” deyip serbest bırakması!..
Üstelik gözümüzün içine bakarak, adalet aranan, adaletsizliğin olduğu o saraylarda...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları