Hikmet Çetinkaya

Cizre’nin bebeleri...

15 Eylül 2015 Salı

Televizyonlar birkaç dakikayı geçmeyen görüntülerle Cizre’deki kuşatmayı verdiler...
Elinde dört poşetle fırından çıkan gencin sözleri, bir genç kadının hüzünlü bakışları...
İçime kor gibi düştü, delik deşik edilmiş binalar, evlerin duvarları.
Evine ekmek götüren genç adama haberci sordu:
Her torbada beş ekmek var... Dört torbada 20 ekmek... Kaç kişi var evinizde?..
Genç adam yanıt verdi:
“Yedi kişi... Bir kişiye üç ekmek veriyorlar... Ben de 20 ekmek aldım...”
Genç kadın:
“En çok bebelere oldu, eczaneler kapalı olduğundan mama alamadık...”
Cizre’de evlerin duvarları delik deşik, kadınlar çığlık çığlığa....
Bir Kürt kadın yakarıyor, yalvarıyor:
“Şehit düşen polisler, askerler bizim çocuklarımız, kardeşlerimiz, öldürülen gençler de... Biz kardeşiz, kardeş!..”
Bir iç savaş öncesinin kanlı provaları mı yapılıyor? Bu oyunun senaryosunu yazan, yazdıran kim?
1980 faşist darbesinden bu yana 35 yıl geçmiş...
Kenan Evren yok!
Cuntacılar yok!
Var olan emperyalist güçler, onların maşaları...
NATO Gladyosu!
Linç kültürünün egemen olduğu bir ülkede yaşıyoruz...
Sevgiden yoksun, kardeşlikten yoksun, yaşamdam yoksun!
Linç kültürü sarmalında yaşayanlar, hiç merak etmesin, vatan toprakları bölünmeyecek.
Türkiye’de halkların kardeşliği egemendir...
İster devlet terörü olsun, ister örgütsel, terör lanetlenecek; insan sevgisi zamanın akışı içinde sürgün verecektir...

***

Kanlı soykırımı yaşayan ülkelere bir bakın ne hale geldi...
Balkanlar’a bakın, Ortadoğu’ya, Kuzey Afrika’ya...
Dinci-faşist ergen militanlar, küçük gruplara saldırıyor, yakıyor, yıkıyor...
Devlet ise yaşananları sadece seyrediyor...
Türkiye’de de aynı senaryo, aynı oyun sahnelenmek istenirken halkın sağduyusu öne çıkıyor, bunca şehit cenazesine karşın toplumun büyük bölümü bu oyuna gelmiyor.
Biz bunları Maraş’ta, Çorum’da, Sivas Madımak’ta, Başbağlar’da, Gazi’de, Güngören’de, Ulus’ta yaşadık.
70’li yıllarda kan gölünün ortasına düştüğümüzde, devrimciler, yurtseverler, sosyalistler, demokratlar, aydınlar, gazeteciler, yazarlar öldürüldüğünde gördük.
Süleyman Demirel ne demişti anımsatayım:
“Bana milliyetçiler adam öldürüyor dedirtemezsiniz.”
1980 öncesini unutturdular bize...
Komando kamplarını hafızamızdan sildiler. O kamplarda silahlı eğitim alan faşolar, İzmir İnciraltı Öğrenci Yurdu katliamı, Türkiye’nin dört bir yanında işlenen cinayetler ülkemize 12 Eylül faşist darbesini getirdi...
Topraklarımız kanla sulandı...
Devrimciler, sosyalistler, solcular zindanlara tıkıldı, işkenceden geçirildi, öldürüldü...
Diyarbakır Cezaevi’ni sözüm ona müze yapacaktı AKP iktidarı ve bizim yetmez ama evetçiler buna alkış tutmuştu, değil mi?
Ah sizi gidi yetmez ama evetçiler ah, yatacak yeriniz yok sizin!
Beş yıl önce Beştepe’de oturanı, demokrasi kahramanı ilan eden de sizlerdiniz...

***

Linç kültürü, toplumun tüm dinamiklerini tetikler, aynı coğrafyada yaşayan halkları iç savaşa sürükler...
Acılarını, sevinçlerini mantığının süzgecinden geçirebilmek, duyguları asla körletmez; duyarlılığını besler...
O zaman hayatın geçiciliği içindeki sürekliliği algılarsın...
Bir devlet adamı eğer bunu algılamazsa vicdan sahibi değildir...
Toplumun değil, kendi çıkarlarını gözetendir!
Doğumlarla-ölümler arasındaki süreçlerin kaçınılmaz sıradanlığını, benliğini ve kişiliğini alıp götürür insanın.
Sevgisini yok eder!
Yaşamın sıradanlığını güzelleştirmek, ötekileştirmenin karşısında set oluşturur...
Şırnak ve Silvan’da yine PKK saldırısı, üç polisimiz şehit.
Ey insanlık; ölümlerde, doğumlarda, acılarda, “beklenmeyenlerin bekleme salonu”nda bir yaşam boyu oturup, gözlerini kapayıp bekleyecek misin?..  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları