Hikmet Çetinkaya

Halkı için umut toplayan usta!..

11 Ağustos 2015 Salı

Ölüm haberini pazar sabahı aldım...
Ustam Fikret Otyam’ı yıllardır yaşadığı Antalya’da yitirmiştik!
Önce bir duraksadım...
Sıcak bir İstanbul sabahıydı. Pencereyi açtım, bahçeye baktım uzun uzun: Ağaçlara, çiçeklere...
Bir zaman aralığında, toprakla ve onunla bağlaşık deniz, yukarılarda her yerde derin mavilik, serçeler, ölüme tutsak tüm gövdelerin, gizemli kapıların gıcırtıları...
Tüm bunlar ölümle yaşam arasında kalan ince çizgilerdi.
O anda bir sesin tınısıyla irkildim...
Fikret Otyam... nasıl anlatabilirdim?
Böyle bir anda kelimeler düğümlenir, sözcüklerin gölgeleri içinde düşsel bir yolculuk başlar.
Mario Luzi’nin “Son gölgelerdeki derin yaz” dizeleri Otyam’a yakışırdı aslında...
Kimi zaman Güneydoğu’da Harran Ovası’nda, kimi zaman sarı sıcağın yaşandığı Çukurova’da, Zonguldak’ta yüzlerce metre derinlikte.
Kıyıların kırıldığı o nefeste, toprakla bağlaşık deniz, kara elmas emekçileri, toprakta ölüme aralık ağaç gövdeleri...
Ceylanpınar, Suruç, Silopi...
Kaç kez gitmişti oralara...
Ağrı’da, Hakkâri’de insan olmayı, ağa, şıh baskısını, feodal düzeni anlatan..
Yüreği insan sevgisiyle dolu bir röportajcı, fotoğrafçıydı o...

***

1980’li yılların ortalarıydı...
Foto muhabiri Kadir Can’la birlikte Akdeniz’den Karadeniz’e uzanıp sebze, meyve, pamuk, çay üreticilerinin sorunlarını anlatacaktık...
Araç kiralayıp İzmir’den Fethiye’ye gittik. Antalya’da iki gece kaldıktan sonra Gazipaşa’ya geldik...
Deniz kıyısında ağaçtan bir ev...
Filiz (Otyam) ve Fikret Otyam Ankara’dan gelip oraya yerleşmişlerdi...
Gazeteciliği bırakmış resim yapıyordu Otyam ve Filiz...
Hayatta olan olmayan dostlarımızı çekiştirdik, yemek yedik...
Gözlerinde hınzır ve çocuksu bir gülümseme...
Rüzgârda kavrulan nehirler üzerine, kederli, çorak yaşamı konuşmuştuk...
Ölüm haberini alınca, Cumhuriyet’in Ankara Bürosu, 70’li yıllar, Otyam’ın Meclis muhabirliği, Deniz Gezmiş, Yusuf ve Hüseyin’in idamlarını engellemek için nasıl çaba harcadığını, bunu başaramayınca ne denli üzüldüğünü anımsadım...
Aklıma Mario Luzi’nin dizeleri geldi o yıllara doğru yolculuk yaparken:
Hıçkırığımız benim, sizin, boğazımıza düğümlü,
o sızıltı biçim size karışan,
ben, bir an için, ben sonra gelen;
hüzün giydirecek sonra diğer biçimleri.
.................
Yaşamak ve güneş belleksiz
iç içe gökle, uzak hasat artığına sürgün;
yaşamak bize kalandır hâlâ
Parmaklarımız çoktan buza tutuklu.

***

Osman Bölükbaşı’nın “Biz İsmet İnönü sayesinde yaşamıyoruz, Allah’ın sayesinde yaşıyoruz” dediği yıllarda kızamık salgını vardı Türkiye’de...
Fikret Otyam Ilıca kasabasının Demirgeçit köyüne gitmişti...
Bir köylü şöyle demişti Otyam’a:
Beyim burada sefalet diz boyu, ölen çocuklarımız için mezar kazmaktan bıktık!”
Yıl 1965...
Aynı yıl en yakın arkadaşı Orhan Kemal’in yazdığı mektupları yayımlamıştı...
Bir bölüm aktarayım:
Vukuat Var, Hanımın Çiftliği, Fırtınalı Gece ve Suçlu romanlarımı Remzi’ye verdim. Alelhesap 500 lira aldım. On beş gün içinde deve olunca bendeniz yine para peşinde koşmaya başladım...”

***

Fikret Otyam, Hürriyet’ten eski Cumhuriyetçi Faruk Bildirici kardeşime anlatıyor:
1948 yılında yeni bir gazete çıktı. Adı Hürriyet. Gidip o ilk sayıyı yaratıcısı Sedat Simaviye imzalattım. Yıllar sonra o değerli gazeteyi Haldun Simavi’ye uzattım. Muhasebeden 20 lira alıp çıktım. Canım ciğerim Orhan Kemal sokakta bekliyordu. Adana Kebabevi’nde Sedat Simavi’yi rahmetle anarak demlendik.
Hayat bir varmış bir yokmuş!..  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları