Yazarlar Günün Köşe Yazıları Spor Konuk Yaşam Tüm Yazarlar
Brüksel’de Riya Yarışı
Durum acıklı olmasa gülebiliriz.
AB Parlamentosu Başkanı Schulz, Avrupa Konseyi ve Avrupa Komisyon Başkanları Van Rompuy ile Barroso; Erdoğan’ın bol bol sırtını sıvazlamaktan geri kalmadı.
Döne döne başbakanla yaptıkları “samimi ve açık sohbete”(!) atıfta bulunan Barroso bundan on yıl önce Kopenhag Kriterleri hakkında verilen teminatları unutarak Türkiye’yi bugüne getiren Erdoğan’a bunlar hiç yaşanmamış gibi yeniden kredi açtı; “hukuk devleti, bağımsız yargı ve erkler ayrımı için” güvence aldıklarını söyledi.
Erdoğan da buna karşılık defalarca “demokrasi” ve “hukuk devletine” olan sarsılmaz inancını belirtti.
“Biz demokratik bir hukuk devletinden yanayız”(!) dedi: “Kuvvetler ayrılığı ve hukukun üstünlüğü noktasında demokrasiye inanmış ülkelerin problemi yoktur!”
Dışta ‘güçler ayrımı’, içte ‘bize ne’
Erdoğan, Rompuy ve Barroso ile yaptığı basın toplantısında bu dokunaklı “hukuk devleti” ve “güçler ayrılığı” tiradını atarken başbakanın partisinin Kızılcahamam toplantısında söylediklerini hatırladım:
Ne diyordu Başbakan o toplantıda?
“Yok (güçler ayrılığının babası) Montesquieu böyle demiş, yok Jean Jacques Rousseau böyle demiş... Biz ne Montesquieu’nun ne de Jean Jacques Rousseau’nun ortaya çıkardığı bir partiyiz. Biz bu işin hafızasını kendimiz oluşturduk!”
AP Başkanı Martin Schulz’la Avrupa Parlamentosu’ndaki ortak basın toplantısı da “takkıyye” ve “çifte standart” örneği olarak, komisyondaki gösteriyi aratmayacak nitelikteydi.
Çok değil altı ay önce Gezi bağlamında AP tarafından yönlendirilen ve “İslamcı gündem”, “insan hakları, ifade özgürlüğü ihlallerini” içeren zehir zemberek eleştiriler unutulmuş, başbakanın bunlara karşılık dile getirdiği “Ben böyle bir Avrupa Parlamentosu tanımıyorum” sözleri tarih olmuştu.
Vaktiyle esip üfürdüğü Avrupa Parlamentosu’nun başkanına, ağzından bal damlayan başbakan, basın toplantısında sürekli, “Değerli dostum Schulz” diyerek hitap etti.
Barroso’nun yaptığı gibi Schulz da bu paslara, başbakanın “açık üslubu” hakkında övgüler düzerek karşılık verdi. Ele dişe dokunan eleştirilerini, “Başbakanla her konuda aynı fikirde olmasak da açık konuşmasını takdirle karşılıyorum!”diye ambalajlayarak sundu
Taraflar kısaca birbirinin kuyruğuna basmamaya azami dikkat gösterdi.
Avrupa’dan başlayan kampanya
Çünkü Erdoğan için burada önemli olan Brüksel’den 30 Mart kampanyasının fitilini ateşlemekti. Avrupa’nın üst düzey kurumları, kendisine bu fırsatı verdi.
Bunun ötesinde TC Başbakanı, geçmişte “büyük Avrupa sahnesinden” defalarca verdiği (hukuk devleti ölçütleri içeren) “kriterlere” selam çakmaktan başka ne kaybederdi?
Beri taraftan AB için Türkiye öncelikle “çok önemli bir mütteffik” ve “çok önemli pazar”dı…
AB troykası Erdoğan’la her şeyden önce önemsedikleri büyük bir “pazar” ve “müttefik ülke”nin başbakanı olarak konuşuyordu.
Basın toplantısında kısa bir sunum yapan Barroso bu noktayı öne çıkarıyor; “Türkiye’de yatırımların yüzde 75’inin AB’den geldiğinden” dem vuruyor: “Bu, ekonomik ilişkimizin ne kadar yakın olduğunu gösteriyor. ‘Umarım’ (İnşallah!) siyasi ilişki de bir o kadar yakın olur” diyordu.
“Üyeliği” içeren “siyasi ilişkiye” ancak böyle işte “İnşallah, maşallah” kıvamında değinmelerle vurgu yapan Komisyon Başkanı Barroso’nun üslubunun benzerini Rompuy’da da gördük.
Avrupa Konseyi Başkanı Rompuy da, Erdoğan’la basın toplantısının başında benzer şekilde “Türkiye ve AB’nin geniş ekonomik ilişkilerden geçen ortak çıkarları vardır” diyerek söze girdi: “Türkiye ve AB’nin en üst siyasi düzeydeki görüşmelerini bu nedenle önemsiyorum…”
‘Onlar ortak, biz pazar!’
AB’nin üst düzey yöneticileri yapılan görüşmeleri özetle, Türkiye’nin önünde “üyelik perspektifi” olan bir aday olduğu için değil de “geniş ekonomik ilişkiler ve pazar” olduğu için önemsiyor.
Bu arada “Hukuk devleti, yargı bağımsızlığı, güçler ayrılığı” vs. gibi konularda artık temcit pilavı haline gelen beylik laflar söyleniyor; karşılıklı sırt sıvazlanıyor, araya zaman zaman birkaç laf sokuşturuluyor ama son kertede tavşana kaç tazıya tut deniyor.
Hal böyle olduğu için Avrupa Konseyi başkanına soru soran bir yabancı gazeteci örneğin, “Rompuy, üyelik görüşmelerinin ilerlediğini söyledi ama ben tam üyeliğe ilişkin bir ifade duymadım. Yoksa imtiyazlı ortaklık sürdürülecek mi?” şeklinde bir ifade kullandı.
İfade, Türk gazetelerinde yer aldığı gibi “Hedefin üyelik mi yoksa imtiyazlı ortaklık mı” olduğu şeklinde değil bilfiil uygulanmakta olan “imtiyazlı ortaklığın” sürdürülüp sürdürülmeyeceği yolundaydı.
“Erdoğan Türkiyesi”nin Brüksel’le ilişkisi diğer deyişle yurtdışında çoktan “özel statü” olarak algılanıyor. Bunun anlamı “siyasi kurumlar dışında kalmak” ve salt “pazar olmak” demektir.
Elli yıl önceki ortaklık anlaşması yıllarında hani “onlar ortak, biz pazar!” diye bir tekerleme vardı. Erdoğan’ın son Brüksel çıkarmasında o tekerlemenin ete kemiğe bürünmüş şeklini gördük.
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Günün Köşe Yazıları
Video Haberler
- Yeni Doğan çetesi davasında çarpıcı itiraflar
- Canlı tarih müzesi Hisart 10. yılında!
- Teğmenler Yüksek Disiplin Kurulu'na sevk ediliyor
- Tarihçi Yusuf Halaçoğlu'ndan şok iddialar
- TBMM'de 'Etki Ajanlığı' düzenlemesi tartışılacak: Amaç m
- Pera Palas'ta Atatürk Müze Odası
- İmamoğlu’ndan 10 Kasım paylaşımı!
- Donald Trump'ın yeniden başkan olması dünya ekonomisini
- Ege'nin Gündemi'nde bu hafta!
- Dubai çikolatasına rakip
En Çok Okunan Haberler
- 'Tarihe not düşmek için geldim'
- Çok konuşulacak 'adaylık' açıklaması
- Fatih Altaylı ve İsmail Saymaz'a soruşturma
- Protesto eden yurttaşlara polis müdahalesi!
- Aydın Dağları'nda son yılların en verimli hasadı yapıldı
- Mahruki yine yandı
- AKP’li belediyeden bir ayda 33 konser
- A Milli Takım'ın Uluslar Ligi'ndeki rakibi belli oldu!
- Tıp fakültelerinde kadavra krizi
- Fakülteyi kâğıt üzerinde kurmuşlar!