Hikmet Çetinkaya

Kandan Kına Yakanlar...

21 Ocak 2014 Salı

AKP-Cemaat çatışması yolsuzluk operasyonlarını ortaya çıkardığından bugüne değin ortalık toz duman içinde...
17 Aralık’ta başlayan süreç günlerdir Türkiye gündeminde...
Medya üzerinden serbest atışlar acımasızca sürüyor.
Türkiye, sancılı bir süreçten geçiyor...
Ekonomik kriz kapıda!
Tüm bunlar “paralel devlet”, “devlet içinde devlet” tartışmalarının tam göbeğinde geçekleşiyor...
Önceki gün Hrant Dink’in alçakça katledilişinin yedinci yıldönümüydü.
On binler Taksim’den Agos gazetesinin önüne dek yürüdü...
Ocak ayı yakın tarihimizin kanlı sayfalarını oluşturur...
24 Ocak Uğur Mumcu cinayeti, Gaffar Okkan’ın öldürülmesi...
Aralık 2002’de Necip Hablemitoğlu’nun öldürülmesi...
Daha nice cinayetler 90’lı yılların kanlı sayfalarında yer aldı.
Çok açık biçimde söyleyeyim...
Bu cinayetlerin tümü “milli mutabakat” sonucu işlenmiştir.
Katiller değil tetikçiler yakalanmış, gizli gibi görünen ancak bilinen bir el bu kanlı suikastların üzerini örtmüştür...
Kandan kına yakanları tüm cinayetlerde, katliamlarda gördük...
En son Gezi Direnişi’nde...
Ali İsmail, Ethem, Ahmet, Mehmet, Abdullah nasıl öldürüldüler?
Onları öldürenler nasıl korundu?
13 yaşındaki çocuğun bedenini 13 kurşunla delik deşik edenler şimdi nerede?

***

Tarihin bir ırmak gibi hızla aktığı ülkede “kana kan intikam” duygularını kışkırtanlar, “Her şey vatan için” diyenler, “derin devletin” kanatları altına sığınanlar, Türkiye’yi yönetenlerle ırkçı şoven odaklardı...
Bu güçler 40 yıl önce de vardı, 40 yıl sonra da var!
Bizler ölümlerin arkasından, ölümlerimizin yıldönümünde, gerçek katillerin yargı karşısına çıkarılmasını istedik hep...
Gazi olaylarında da istedik, Sivas ve Başbağlar katliamlarında da...
Sonuç ne oldu?
Cinayetlerin ve katliamların arkasında “örgüt yok” diyenler, bir örgütün olduğunu işaret ediyorlardı aslında.
Hrant Dink cinayetinde biz bu örgütü gördük...
Unutkan bir toplumduk!
O derin yapı ülkeyi kuşatmıştı!
Ülkeyi yönetenler her demokratik eylemi, adalet arayışını “Türkiye’yi bölmek” gibi kavramlarla yıkmak, dış güçlerle işbirliği yapmakla örtbas etti...
Irkçı-milliyetçi kışkırtmalara karşı halkların kardeşliğini savunanları ya öldürdü ya da zindanlarda çürüttü...
Malatya Zirve Yayınevi katliamı ne oldu?
Vur emrini veren kimdi?
Ortaya çıkmadı...
Acılarımız tarihin o kanlı sayfalarında kaldı...
Adalet tüm bu davalarda yaya kaldı...

***

Benim ülkemin insanı acıyı bal eyledi...
Hasan Hüseyin’in, Ahmed Arif’in dizeleri hayatın kendisi oldu...
Yolsuzluğun!
Acının!
Asit kuyularına atılan canların!
Kan, katliam, olay, cinayet!
Kandan kına yakılmaz!
Bunu anlatmaya çalıştık yıllarca, hüzünleri, acıları yüreğimizde duyduk!
Geceler boyu ağladık!
Yaşam sevincini yitirdik!
En derin denizlerde sevgiyi, aşkı, birey olmayı, emeğin örgütlü gücünü, sermaye-emek çelişkisini, halkların kardeşliğini topluma anlatamadık!
Bazı gizleri ve öyküleri bulup çıkaramadık tozlu raflardan.
Çocukları, gençleri zindanlara attık örgüt suçundan...
Katilleri omuzlarında taşıyanlara oy verdik!

***

De Andrade’nin şiirsel dünyasını arıyorum kış güneşinin altında yürürken...
Savaş Emek’in ölüm haberini alıyorum o sırada...
Bir çevreci, bir devrimci ruh “eyvallah” deyip çekip gidiyor İzmir’de...
Bugün Karaburun’da toprağa veriliyor Savaş!
Ölüm bu, tıpkı derin denizler gibi.
Günün ortasında bir film geri geliyor!
Hayatın o daracık boşluğu nice ölümleri aklıma getiriyor...
Başımı masmavi gökyüzüne çevirdiğimde o kanlı tarihin sayfalarını, cinayetleri, katliamları anımsıyorum...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları