Özgen Acar
Özgen Acar ozgenacar@gmail.com Son Yazısı / Tüm Yazıları

‘Beyrut Kasabı!’

14 Ocak 2014 Salı

Kimilerine göre “Allah’ın aslanı”, kimilerine göre “Beyrut kasabı”, kimilerine göre de “buldozer”di… Özel yaşamı acılıydı, ama insanlara çok acı çektirdi. İsrail’in asker-siyasacısı Ariel Şaron’dan (86) söz ediyoruz.
İlk eşi Margalit bir araba kazasında öldü. İkinci eşi Lily, Margalit’in küçük kardeşiydi. O da kansere yenik düştü. Üç çocuğundan biri ve ilk eşinden olan oğlu Gur, bir antika silahın patlaması sonucu babasının kucağında öldü.
Şaron’u 1982 yazında Kudüs’te Savunma Bakanlığı’nda Beyrut’u işgali ile ilgi olarak düzenlediği basın toplantısında tanımıştım. Yürüyüşü, gülmeyen yüzü ile tam bir kabadayı görünümündeydi. Yaşamı boyunca çeşitli savaşlara paraşütçü, komando askeri, komutan olarak katıldı.
Yahudilerin kutsal “Yom Kippur (Büyük Gün)ile denk düşen 1973’teki Mısır savaşında kahramanlığı ile “Allah’ın aslanı” olarak tanındı. 1982’de Başbakan Menahem Begin’e haber vermeksizin, Savunma Bakanı olarak Güney Lübnan’ı işgal etti.
Bir hafta boyunca Kudüs’ten yola çıkıp İsrail tanklarının eşliğinde, bir kiralık araba içinde, bir yabancı meslektaşımla Beyrut’a kadar gitmiştim. Sabahın erken saatinde yola çıkıyor, akşam tankların konakladığı noktadan Telaviv’e dönerek haberi yazıyor, sabah yeniden tanklarla buluşuyorduk.
Dikkatimi, İsrail tanklarının üzerine her gün değişik renkte konulan bez örtüler çekmişti. İsrail savaş uçaklarının yanlışlıkla kendi tanklarını bombalamalarını önlemenin amaçlandığını öğrendik. Aklıma 1974 Kıbrıs olayında uçaklarımızın yanlışlıkla Kocatepe zırhlısını batırmaları, iki savaş gemisini de yaralamaları olayı geldi!
Bazen geceyi Kudüs’te geçiriyor ve Savunma Bakanı Şaron’un basın toplantısına katılıyorduk. Beyrut’un işgal edildiği gün İsrail sözcüsü bir albay bir basın toplantısı düzenledi. Birkaç yüz yerli yabancı gazeteci ve televizyoncu toplantıyı izliyordu. Sözcü, ülkelerini ve gazetelerini söyledikten sonra soruları istedi.
Ben de kendimi tanıttıktan sonra bir soru sordum. Albay yanıtladıktan sonra “toplantı bitince benimle özel konuşmak istediğini, kendisini beklememi” söyleyince herkes merakla bana döndü!
Sonrasında albay şunları anlattı: “Ben Ankara’da İsrail elçiliğinde askeri ataşeydim. Bir gün uçakla Ankara’ya geliyordum. Uçak, Esenboğa Havaalanı yakınında düştü, tüm yolcular ve mürettebat öldü. Bir ben kurtuldum. O gün Esenboğa’dan Çankaya’da evime yürüyerek gittiğimi asla unutmam. Öykümü sizinle paylaşmak istedim…”
Tabii yalnızca Beyrut’un işgali değil, bu öykü de “özel haber” olarak gazetede yerini aldı!
Şaron, Beyrut’a yönelik bu hareketi, o tarihte Lübnan’da bulunan Yaser Arafat önderliğindeki Filistin Kurtuluş Örgütü’nü (FKÖ) silahsızlandırmak, yöneticileri de ülkeden çıkarmak amacıyla düzenlemişti. Başta Arafat olmak üzere FKÖ yöneticilerini Tunus’a sürdürmüştü.
Ancak Şaron, 16 Eylül 1982’de Batı Beyrut’taki Sabra ve Şatilla Filistin göçmen kamplarını basarak çocuklar dahil birkaç bin kişinin öldürülmelerine de neden olmuştu. Bu olayla “Beyrut kasabı” unvanını alan Şaron’u, Meclis Araştırma Komisyonu suçlu bulunca, Savunma Bakanlığı’ndan istifa etmişti.
“Buldozer” de denilen Şaron’un ölümü dünyada çeşitli tepkilere ve yorumlara yol açtı. 8 yıldır komada yaşamasını “cehennemi dünyada da gördü” diyenler olduğu gibi övgüler de yapıldı.
Yahudi inançlarına göre ölünün 24 saatte toprağa verilmesi gerekirken, düzenlenecek törene dünyadan çeşitli devlet adamlarının katılımını sağlamak amacıyla geciktirildi.
Güney Afrika’da Nelson Mandela’nın cenazesine devlet başkanları katılırken, Şaron’unkine 3. derece yetkililerin katılmaları dikkati çekti. Türkiye’den ise ne bir katılım olacağı ne de başsağlığı açıklaması yapılacağı öğrenildi. Şaron, Ankara’ya geldiğinde aleyhinde çeşitli gösteriler yapılmıştı.
Şaron, Aralık
2005’te kan pıhtılaşması nedeniyle bir inme geçirmiş, Ocak 2006’da ise komaya girmişti. İsrail Cumhurbaşkanı Moşe Katsav, o günlerde Hürriyet gazetesine verdiği bir demeçte, “Başbakan Tayyip Erdoğan’ın geçmiş olsun telefonu Şaron’u derinden etkiledi” demişti.

Ana Tanrıçayı Yitirdik…
Türk arkeoloji bilimi, asırlık çınarı olan “ana tanrıçasını” yitirdi! Prof. Dr. Halet Çambel (97) İstanbul’da, evinde gözlerini arkeoloji dünyasına yumdu.
Berlin Büyükelçisi İbrahim Hakkı Paşa’nın kızı Ayşe Remziye Hanım ile askeri ataşe Hasan Cemil Bey’in kızı olarak 1916’da Berlin’de doğan Halet Hanım, üç kız kardeşin en küçüğü idi. Büyük abla Türkiye’nin ilk kadın kanser profesörlerinden Perihan, ortancası ise yıllarca Dışişleri’nde birlikte haber kovaladığımız meslektaşım Leyla idi.
Halet Hanım, Arnavutköy Amerikan Kız Koleji’nde orta eğitimini tamamladıktan sonra, İstanbul Üniversitesi’nde, Paris Sorbonne’da yükseköğrenim gördü. Edebiyat Fakültesi’nde “Prehistorya (tarihöncesi) Anabilim Dalı”nı kurdu.
Çambel, Şikago Üniversitesi, Oriental Institute’ten Prof. Robert Braidwood ile birlikte oluşturdukları “Güneydoğu Anadolu Tarihöncesi Karma Araştırma Projesi” kapsamında Diyarbakır yakınlarındaki Çayönü Höyük kazıları ile arkeoloji dünyasının dikkatini üzerine çekti. Çambel, Ceyhan Nehri kıyısındaki, çift dilli yazıtı ve onlarca kabartmaları ile tanınan, İÖ 7. yy’a tarihlenen “Azatiwataya (Karatepe- Aslantaş)kalesindeki kazı buluntularının yazgılarına terk edilmelerini de önledi. Kabartmalı yapıtların korunması amacıyla onarım çalışmalarını yerinde gerçekleştirdi. Devlet Su İşleri’nin Ceyhan üzerine yapacağı barajın yüksekliğinin düşürülmesini sağlamakla kalmadı, burada Türkiye’nin ilk Milli Parkı olarak bir Açık Hava Müzesi’ni kurdu.
Ağa Han Mimarlık Ödülü’nü kazanan “diplomasız mimar” Nail Çakırhan ile evlenen Çambel, 1930’dan beri yaşadıkları, 1830’lardan kalma “Kırmızı Yalı” Boğaziçi Üniversitesi’ne bağışladı. Çiftin adını taşıyacak binada “Arkeoloji ve Geleneksel Mimarlık Araştırma Merkezi” kurulacak.
Yurt içinde ve dışında çeşitli ödüller verilen Çambel, 2010’da Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın Büyük Ödülü’nü Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’den almıştı.
İyi bir at binicisi olan Çambel’in yaşamının en ilginç yanlarından biri de 1936 Berlin Olimpiyatları’na, eskrim dalında Suat Fetgeri Aşeni ile birlikte, katılan ilk Türk kadın sporcusu olmasıydı. Bu sırada Adolf Hitler kendisiyle görüşmek istemiş, ancak “hükümetinin izni olmadan kabul edemeyeceğini” bildirmişti!  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Kadın cinayetleri... 18 Ekim 2024
İran-İsrail... 11 Ekim 2024

Günün Köşe Yazıları