Hikmet Çetinkaya

HES uğruna dinamitlenen dağlar...

28 Mayıs 2015 Perşembe

Hidro elektrik santralları (HES) gündeme geldiğinde birileri karşınıza çıkar...
HES’leri öve öve bitiremez...
Yok, ithal ettiğimiz elektriği kendi olanaklarımızla üreteceğiz... Yok, doğalgaz ve kömür kullanarak ürettiğimiz enerjiyi, doğal kaynakları kullanarak gerçekleştireceğiz... Yok, ÇED raporları hazırlanacak, verilen sözleri HES’i kuran şirketler yerine getirecek... Yok, HES’ten çıkan su yeniden kullanılabilecek, suyun yapısında bir bozulma olmayacak...
En önemli etken “ucuz enerji” yutturmacası elbet...
Diyelim ki iki kuruşa ithal ettiğimiz enerjiyi HES’ler çoğalınca bir kuruş verip kullanacağız.
Yıllardır bu masalları dinliyoruz...
HES’ler en çok Karadeniz’de kuruluyor.
Akarsuyu bol, dağlar,
dereler...
Yapım aşamasında dinamit patlatılması, ağaçların köklenmesi olağan sayılıyor. Akarsu yataklarının yönü değiştiriliyor. Molozları firma yetkilileri kaldırmıyor.
Doğa elden gidiyor!
Kimin umrunda bunlar?
HES su gücüyle çalışır.
Suyun olağan akışını hızlandırmak için dağlar delinerek borular döşeniyor.
Yıllarca barajların yararları anlatıldı, ülkenin dört bir yanına barajlar yapıldı.
Binlerce yıllık tarih, kültür suların altında kaldı...
Bu arada doğanın dengesi bozuldu, Karadeniz yaylalarına doğru dürüst kar yağmamaya başladı.
HES’ler özellikle Karadeniz’de iklimi etkiledi.
Bunu ben öne sürmüyorum, Karadeniz’de yaşayanlar, bilim insanları, çevreciler söylüyor.

***

Malatya / Arapgir’in iklimi değişmiş...
Keban Barajı yapılmadan önce farklıymış...
Barajın yapımından önce metrelerce “bereketli kar” yağarmış!
Suyun yönü değiştirilince tarım büyük zarar görüyor, Çanakkale Biga  Yarımadası’nda, Havran’da, Bergama’da ve daha pek çok yerde olduğu gibi...
Çevreciler seslerini duyurmak istiyor ama duyan yok!
Köyceğiz’de, Yuvarlakçay’dan sonra Fethiye’de Kargı Çayı da elden gidiyor.
Siyasal iktidar doğal Sit alanlarını, kuşlar için doğal yaşam mekânlarını ha sattı ha satacak!
Daha on gün önce Gökova Körfezi’ndeydim...
Dostlar masasında, yıldızların altında sohbet ederken Göcek koylarının yağmalanmasına bir adım kaldığını düşünmüştüm.
O sırada aklıma Cevat Şakir, Azra Erhat, Bedri Rahmi Eyüboğlu geldi...
Bir zaman tünelinin içinden geçiyor gibiydim...
Ülkemin üç yanı denizlerle çevriliydi ama deniz kültürümüz olmadığı gibi deniz filomuz 12 milyon nüfuslu Yunanistan kadar bile değildi...
Denizlerimizi kirletmiş, akarsularımızı HES’çilere teslim eden bir ülke olmuştuk!
Allianoi antik kentini baraj uğruna yok eden bir toplum hayata dair ne söyleyebilirdi bize; suskunluğun temel taşı olan korku sarmalında!

***

Vahşi kapitalizmin ne dini vardır ne de imanı!
Dini ve imanı olduğunu söyleyen AKP iktidarıyla birlikte tam gaz yol alıyorlar işte...
Suyumuzu, havamızı, çevremizi... Denizimizi, akarsularımızı, göllerimizi, toprağımızı...
Kütahya’da yeraltı suyunda siyanür olup olmadığına ilişkin analiz raporu dört yıl önce bugünlerde açıklanmıştı.
Rapora göre, siyanür yeraltı sularına ulaşmış, yüzde 40 limit değerlerinin üzerine çıkmıştı.
İktidar kimden hesap sordu?
Gümüş madenini işleten firmadan mı?
Vahşi kapitalizmin vahşi enerji politikası, sömürü düzeni, doğal yaşamı yok etti.
Çevrenin kirletilmesine sınıfsal açıdan baktığınızda, sermayenin, vahşi kapitalizmin ayak izlerini görürsünüz.
O iz sizi talana, vurguna, soyguna, yağmaya götürür...
Sermaye ve sermaye sınıfının iktidarı, iktidarları...
Suyumuzu çalan onlar, ekmeğimizi çalan onlar!
Dün ANAP bugün AKP ya da yarın bir başka parti...
Fark etmez gülüm fark etmez!..



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları