Hikmet Çetinkaya

Rezilliğin, hırsızlığın bedeli vardır...

17 Mayıs 2015 Pazar

Umut ve mutsuzluk ekseninde geçiyor günler; zamanın saati bir ufuk çizgisinde maviye dönüştüğünde, düşlerimiz paramparça oluyor...
Köyceğiz Gölü kıyısında akşamın soluğu esintiyle birlikte güneşin batışına dönüşürken, insan fotoğrafları arasında düşsel bir yolculuğa çıkmaya hazırlanıyorum.
Öteden beri severim düşsel yolculukları...
O yolculuklar hayatın yedi rengi içinde çırpınır bazen.
Bir tutku olur, bir doyumsuz sevgi!
Aşk olur, sevgi olur!
O zaman umutlar çoğalır, yaşamın anlamı farklı bir yörüngeye girer, mutsuzluk biter.
Bir ülkede gençler mutsuzsa, umutsuzca, geleceğe ilişkin sözleri bitmişse eğer ne yapabiliriz, ne?
Siyasetin dibe vurduğu bir dönemden geçerken, 7 Haziran’da yapılacak genel seçimleri konuşuyoruz Köyceğiz’de, Dalaman’da, Milas’ta, Datça’da...
Sonra, tek başıma ya denize doğru yürüyorum ya da göle doğru...
Göl, deniz, ırmaklar, dağların talan edilmesi, yağmalanması, uluslararası madenciler, canlarına okunan çam ağaçları...
İş...
İşsizlik, kadına şiddet!
Üretici bitmiş tükenmiş, üniversiteli gençlerin yüzleri asık, özelleştirilen Yatağan Termik Santralı’nda çalışan işçiler yarınlardan umutsuz.
Yaşadığımız coğrafyanın utanç tablolarını yıllardır sergiliyoruz ama kimsenin umrunda değil...
Önümüzde bir seçim var ama kimsenin inanın umrunda değil...

***

Güneş konuşsa; ay, yıldızlar, gök konuşsa; dağlar, ovalar, akarsular, göller konuşsa neler söylerlerdi bize...
Çocuk gelinlerin öyküsünü mü, kadına şiddeti, tecavüzü mü, töre denilen o vahşeti, ortaçağ karanlığını mı?
Yıllardır yaşanan yağmacılığın, rezilliğin, hırsızlığın, talancılığın, doymazlığın, acımasızlığın bedelini bu ülkede yaşayan gençlere ödetenler nasıl olur da insan yüzüne çıkabiliyorlar?
Bu soruları sorarken güneş batıyor...
Güneş kırmızı bir yangın topu gibi yitip giderken, alacakaranlık bir örtü gibi gölün üzerine iniyor.
Vurgunun, talanın, soygunun bedelini doğmamış çocuklarımıza ödettiğimiz bir ülke...
Tarihle zamanı ayırt edemeyen bir toplum!
Hayatımızı çaldılar, çocuklarımızın geleceğini, ülkemizi parselleyip parselleyip sattılar...
İnanın bana yine de doymadılar!
Ve ben Köyceğiz Gölü’nün kıyısında bir kafede, yalnızlığın resmini çizerken, onların utanmadıkları utancı anımsadım.
Baskıcı, dayatmacı bir iktidar; soygun, vurgun düzeni...
Bursa kılıç kalkan ekibi, mehter marşı, zıplat be koçum:
“Biz Osmanlı’nın torunlarıyız, ecdadımızla övünüp, yiyip, içip çırparız!”

***

Türkiye zorlu bir süreçten geçerken, gençlerimiz mutsuz ve umutsuz...
Siyaseti din eksenine oturtmak, giderek zalimler ordusu yaratmak... Sakın yaşananları alın yazısı olarak görmeyin.
Köleleştirme düzeni bunun adı!
Türkiye’de yeni Osmanlıcı, siyasal İslamcı düşünce yapısı giderek ivme kazandı; iktidarcemaat kardeşliği yaşadığımız coğrafya hayatımızı yakıp yıktı...
Şimdilerde iktidar-cemaat kardeşliği yerini “iktidar-cemaat düşmanlığı”na dönüştürdü...
Böyle bir ortam içinde kafalar iyice karıştı; kimin suçlu, kimin suçsuz olduğu kafaları karıştırdı...
Ortadoğu’da kanlı bir bataklık var!
Türkiye bu çelişkiler içinde yaşarken o bataklığın içine düşer mi?
Dini siyaset odaklı kullananları “dindar” olarak değil “dinci” olarak görürüm ben...
Buradan gerçek dindarlara, muhafazakârlara sesleniyorum:
- “Sakın ola ki dincilerin oyununa gelmeyin!”
Köyceğiz’de akşam yavaş yavaş inmeye başladı...
Göl, hayatın yedi rengini az sonra yıldızlarla birlikte kucaklayıp, uygarlık tarihinin sayfalarında, kendine özgü söylenceleri anlatacak!  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları