Hikmet Çetinkaya

Alçaklığın böylesi görülmedi...

16 Mayıs 2015 Cumartesi

Sen yaşarken ölürsün, hayatın sesini duyduğunda, ilkyaz geldiğinde, kışın tam ortasında kar yağarken...
Sen giyimin kuşamın için ölürsün Yalova’da öğretmenim, sen HES eyleminde, “cebir, şiddet” vali beyin buyruğu...
Sen Soma’da ölürsün, fidanım, emekçim...
Bir başkası ölmüş derin vadilerde bu kez, sen bin kez ölürsün!
Yalova’da ölümünü, kılık kıyafeti gerekçe olarak gösterenler, 2011 seçimleri öncesi Hopa’da emekli öğretmen Metin Lokumcu’nun ölümüne alkış tutanlar...
O da “terörist” olarak yaftalanmıştı değil mi?
Sonra Hopa’dan başlayıp Ankara’ya dek uzanan gözaltılar, tutuklamalar...
Ölürsün sen emekçim, öğretmenim, genç arkadaşım...
Kibrin, cebrin kabirleri yan yana dizilmiş, tıpkı Soma’da olduğu gibi.
Aşağılanma, yok sayma, tepeleme, baskı, şiddet ve yıldırma...
Dışlanma, ayrışma!
Maddi ve manevi şiddet!
Neyi yazayım, neleri anlatayım bu kirli, kahrolası düzende...
Küçük görmek, üstten bakmak, alçak dağları babasının, yüksek dağları kendisinin yarattığını sanmak, ilahi bir güç olarak ortalıkta dolaşmak.
Ey imanlı kişi, nasıl bir muhafazakârlık bu?.. Çalmak, çırpmak, kasaları doldurmak...
Cebreden vali beye, “öğretmenin eceli gelmiş” diyerek teşekkür.
Ah şu köle düzeni!
Alçaklığın böylesi görülmemiştir daha!
Hiç bitmese, koltuktan ölene dek inmese, hısım, akraba, eş, dost yese...

***

Ne çabuk geçiyor zaman değil mi usta?
Ergenekon davası, iktidar-cemaat yoldaşlığı, özel yetkili cumhuriyet savcısı, Dolmabahçe Sarayı’nın bahçesi...
Yıl kaçtı?
Orgeneral Yaşar Büyükanıt emekli olmuştu. Savcı Zekeriya Öz’ün usulca yanına yaklaşıp şöyle demişti:
Beni de gözaltına alıp tutuklatacak mısınız?”
Savcı Öz, hafifçe gülümsemiş, emekli Genelkurmay Başkanı paşamıza fazla yüz vermemişti.
Savcı Öz’ün çevresinde işadamları, gazeteciler, siyasiler!
Altında zırhlı makam aracı Mercedes ve koruma ordusu...
Dokunan yanardı be savcım sana!
Emekli paşamız bile korkuyordu senden, “ne olur ne olmaz” diye düşündüğünden...
Ergenekon davasında haksızlık, hukuksuzluk sürüyordu...
Odatv ve öteki davalar...
Başbakan Erdoğan zaten önceden söylemişti Ergenekon için:
“Ben bu davanın savcısıyım!”
Deniz Baykal dayanamamış kükremişti:
“Ben de Ergenekon’un avukatıyım!”
Söyleyin bakalım kim haklı çıktı?
Elbet Baykal!
Ergenekon gözaltıları ve öteki davalar bir oyunun parçasıydı... Elbet bir darbe düşüncesi vardı 2004 yılında. Üç-beş kişi o kadar. O darbe geçiştirildi 2004 yılında...
Çok yazıldı, konuşuldu. Bir kez daha altını çizeyim...
Açılan davaların, gözaltıların, toplumu yıldırma operasyonundan, tüm yapılanlardan hükümetin haberi vardı...

***

Hep düşünürüm...
17 Aralık’ın ardından 25 Aralık yolsuzluk operasyonu yapılmasaydı Erdoğan- Cemaat hükümet ortaklığı sürer miydi bugün!
Düşük olasılık!..
Nasıl olsa patlardı günü geldiğinde. Hükümet dershaneleri kapatmak isteyince kızılca kıyamet koptu.
Dile kolay, 2 bini aşkın dershane geliri kasaya girmeyecekti. O yüzden bakan çocuklarının para kasalarını patlattı cemaat. Poliste, yargıda nasıl örgütlendiklerini kanıtladılar.
Peki Türk Silahlı Kuvvetleri’ndeki o yapı nasıl kırılacak, haydi anlatın bakalım!
Haşhaşi”, “paralel yapı” olarak suçlanan Fethullahçılar 40 yıl içinde bugünlere geldi...
Şaka değil!

***

Günümüz Türkiye’sinde tarihin sayfaları öğretmenin, gencin, emekçinin ölüm haberleriyle doludur...
Kibir, cebir, kabir!
Sırtımı dağa, yüzümü Gökova Körfezi’ne çevirdim...
Mavinin derinliğinde Cevat Şakir’i, Azra Erhat’ı, Bedri Rahmi’yi arayacaktım ama vazgeçtim!  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları