Hikmet Çetinkaya

Işıkta Üç Güvercin!..

21 Mart 2015 Cumartesi

Hayat kimi zaman dün öğle saatlerinde olduğu gibi güneş tutulmasıdır; bazen zaman tüneline dönük gezintiler...
Çocukluk, gençlik yılları; dersin bittiğini haber veren zil sesi, sınıftaki karatahta; eski bir kitabın sararmış sayfaları.
Yaşadığını yeniden yaşamak için yıllar öncesine dönmek, bir ağacın dallarında yeşeren yapraklara dokunmak.
Sevmek!
Sevilmek!
Lacivert bir gecenin içinde yolda yürürken kendi yalnızlığını çoğaltmak...
Bir ışık seli, aydınlık bir öğle vakti güneş tutulmuş...
Zaman kelepçelenmiş doğanın güçlü elleriyle!
Kitaplardan öğrendiğimiz toprak katmanları gibi, günün değişik saatlerinde, beyaz tebeşir çizgilerinin karatahtayı bir ışıkla kapladığı saatte hayata merhaba demek...
Yaşanmış günle yaşanacak günün sarmalında haykırmak:
Merhaba hayat, merhaba özgürlük!
Hayat güneş tutulması gibi...
İçimiz tutulurken, analar ağlarken, genç ölülerimiz toprağa verilirken...
Bilmem anımsar mısınız Ocak 2008’de Davutpaşa’da bir maytap atölyesinde patlama olmuştu...
Patlamalar üst üste geldi; içeride ve dışarıda 23 emekçi can verdi, 115 kişi yaralandı.
Aradan yedi yıl geçti ve dava hâlâ sürüyor!
Ruhsatsız atölyelerde, merdiven altlarında emekçiler ölüyor...
Ölenlerin hiçbirisinin sigortası yok!
Şimdilerde Suriyeli göçmenler çalışıyormuş bu gibi işlerde.
Daha ucuz emek...
10 saat çalışma koşulu...

***

Ruhsatsız atölyelerin açılmasına kim izin verir bu ülkede? B
elediyeler...
Oysa 23 emekçinin öldüğü atölyede ruhsat falan aramayan belediye başkanı yıllar sonra sanık olarak yargılandı.
Hayatın sayfalarında hüzün, acı yer alır...
Hüzün ve acı, dersin karatahtada bıraktığı izler gibi bir sonrakine geçer; bir mavi ışık seli ansızın karşımıza çıkar.
Bir zaman tünelinden geçiyorum yine...
Günlük yaşamdaki renk, koku, görüntü, ses, gürültü belleğin gizemli kapısını vuruyor; çağrışımlar zamanın gerisine kayan düşünce topuna dönüşüyor.
Güneş tutulmuş, zaman tünelinden geçenler çoğalmış! Eski bir kitabın unutulmuş sanılan yapraklarını çevirirken, Soma madenlerinde 301 işçiyi, Roboski’de paramparça olmuş 34 genç bedeni, Afyon’da askeri cephanelikteki patlamada parçalanmış Mehmetleri görüyorum.
Gecenin içindeyim...
Güneş tutulmasını seyretmedim...
Gök yaralı bir martı gibi şimdi...
Yıldızlar yine kaçıp gitmiş!
Güvenli bir umudu yakalamak, arındırılmış mavili sabahları beklemek, asırlık ağaçların kalın gövdelerinde hayata sımsıkı sarılmak.
Yok bunlar, yok!

***

Nice kıyımlar, ölümler...
Hayata tutunmak için, yaşamak için, sevda için, barış, dayanışma, kardeşlik için...
Elimize geçen fırsatlar!
Gözlerimizi kırparken, yürürken, otururken, Çaycuma’da, Cizre’de ölenler için ağıt yakılırken...
Bir katliama, cinayete takipsizlik verilirken...
Soruşturma izni verilmezken...
Ak Saray’da oturan muhterem kişi Berkin Elvan için “o teröristti” derken...
Çaycuma’da üç yıl önce çöken köprü, ölen 15 can bizim canımız değil miydi?
Bakanlık yetkilileri, belediye başkanı ya da başka biri için soruşturma izni verilmiyorsa...
Bir katliamın hesabı yargıç tarafından sorulmayıp, 15 yaşındaki çocuklar terörist suçlamasıyla, yaftasıyla tutuklanıyor, zindanda yıllarca yaşıyorlarsa...
Adalet, yargı, savcı, yargıç nedir, ne değildir, diye tartışılmıyorsa...
Türkiye gerçekten sosyal hukuk devleti midir?

***

Şairin söylediği gibi sevmek, yaşamak kadar güzel midir sizce?
Ağaçları, çiçekleri, çocukları, kadınları, kuşları, doğayı...
Bu soruyu sorun kendi kendinize. Ardından başınızı göğe kaldırıp bir bakın...
Işıkta üç güvercin var mı, yok mu?  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları