Hikmet Çetinkaya

Umudun Adı: Berkin!..

10 Mart 2015 Salı

Gezi Direnişi sırasında polisin gaz fişeğiyle yaralanan, 269 günlük yaşam savaşımında yenik düşen Berkin Elvan...
Öldüğü zaman 15 yaşındaydı, yaşasaydı 16 yaşlarında olacaktı.
O artık umudun, direnişin çocuğu olacak hep!
Yüreğimizde onun umutları kök salıp çiçeklenecek.
O küçük Berkin için havuz medyasının yazıp çizdikleri bitmedi.
Devleti yönetenler, Berkin’i terörist olarak yaftaladılar ve hâlâ öyle görüyorlar.
15 yaşındaki bir çocuk nasıl olur da terörist olabilir?..
Benim ülkemde bal gibi olur ve destek de görür...
Taş atan 12 yaşındaki çocuğu Cizre’de alnından beylik silahıyla vurup öldüren polis kendini nasıl savunmuştu:
“Beni öldürecek sandım ve silahımı kullandım!”
Hayatla ölüm arasında gidip gelen o çizgi, ülkemin mizansız ölüler cenneti olması...
Darbenin 35. yılında bile darbe anayasasıyla ayakta kalmaya çalışan bir ülkede, Uğur Kaymaz, Berkin Elvan ölse ne yazar!
Uğur babasıyla birlikte Mardin Kızıltepe’deki evinin önünde 13 mermiyle, Berkin 15 yaşında ekmek alıp evine dönerken gaz fişeğiyle...
Ölen ölür kalan sağlar bizimdir nasıl olsa!

***

Memleketimin çocukları ister Güneydoğu’da, ister İstanbul, Ankara, Izmir, Adana... İster Mersin, Edirne, Trabzon, Konya’da okusunlar... Okul kitaplarında Cengiz Han’dan Attila’ya, İskender’den Sezar’a değin nice “cihangir”in neden ordularının başına geçip yer yuvarlağını ele geçirmek için savaştıklarını büyüdüğümde bile anlamamış, hep kendi kendime sormuştum:
“Neden dünyayı ele geçirmek için savaşır bu koca koca insanlar?”
Bu sorunun yanıtını aradıkça bir insanın bilinçlendiğini fark ettim. Savaşların, kıyımların arkasında hangi nedenlerin yattığını öğrendim.
Savaşların, kıyımların iyi bir şey olmadığını anladığımda zaten iş işten geçmiş, çıkar, ayakta kalabilmenin adının otoriterlik olduğunu kavrayabilmiştim.
Emperyalizmin ahtapotu andıran kolları çoktan ülkemi kuşatmış, NATO gladyosu bu halkın çocuklarını karşı karşıya getirmeyi başarmıştı.

***

Yıllar önce İlhan Selçuk’un bir yazısında okumuştum...
İlhan Ağabey, Aristoteles’in İskender’i olgun bir insan olarak yetiştirebildiği kanısında değildi.
Söylencelerde şöyle yazar bu sav...
Savaş alanlarında ölüler arasında dolaşan İskender, öğretmenine sorar:
“Aristo bu nedir?”
Bilge Aristo yanıt verir:
“Zafer ya da hiç!”
Savaş, kıyım bir hiçtir bana sorarsanız...
Eflatun’un bir sözünü aktarmadan geçemem bu arada:
“Ancak krallar filozof ya da filozoflar kral olursa toplumlar, devletler mutlu olabilir...”
Belki mutsuzluğumuz bu yüzden bizim...
Berkin Elvan’ı ölüm yıldönümünde böyle anmak istedim biraz gecikerek.
Cumhuriyet’in daha çok gülümseyen yüzüyle ikinci kez karşınıza çıkıyorum...
Emeği geçen herkese bu gazetenin çok eski bir emekçisi olarak teşekkür ediyorum...
En başta Can Dündar’a ve Ali Acar’a...
Isterdim cumartesi akşamı çatı katımızda sizlerin de olmanızı...
Aydın Engin, Önder Çelik’in peşine bir muzip çocuk gibi takılıp matbaaya gitmişti...
İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay, lahmacunları çoktan hazırlatmıştı.
Cumhuriyet Vakfı adına imtiyaz sahibi Orhan Erinç, gripten bir haftadır evden çıkmasa da telefonla harmanı izliyor, mutluluğumuzu bizlerle paylaşıyordu.

***

Karışık bir yazı mı oldu yoksa?
Bugünlük idare edin beni!
Umudun peşinde koşmak, onu yakalamak; güneşi zincirlerle çekip yüreğimizi ısıtmak, o denli kolay olmuyor!  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları