Hikmet Çetinkaya

Denizimizi Kirletmeyin, Ağacımızı Öldürmeyin!..

05 Şubat 2015 Perşembe

Sizin için hayat nedir, yaşamak nedir, sevgi nedir, bilmem düşündünüz mü?
Dünya dün mü daha güzeldi yoksa bugün mü daha güzel?
İnsan umutlarını çoğaltarak yaşar, sevginin ırmağında çiçeklenmiş bir doğayı kucaklamak ister!
İnsanın insanlaşmasıyla doğanın kirlenmesi arasındaki bağlantıyı düşünürüm kimi zaman. Düşsel bir yolculuğa çıkarım, zamanın saat ayarını yaparım.
Çevre kirlenmesi, doğanın katledilmesi, ormanların kesilmesi, bize hayat veren o zeytinliklerin köklenmesi, insandan bağımsız bir başkalaşım mı?
Elbet değil!
Yaşadığınız coğrafyada çevre kirleniyorsa, çokuluslu altın avcıları dağları, ovaları delik deşik ediyorsa, çam ağaçlarını kökünden söküyorsa insan da kirleniyor...
O zehirli hava solunum yollarıyla bedenine giriyor insanın...
Soluk alıp verdikçe, zehirli hava ciğerlerimizden kana karışıyor, yüreğimize işliyor, beynimize siniyor.
Böyle olunca da düşüncelerimizi çarpıtıyor...
Kendini uygar, ilerici sanan herkesin ruhunun kirlendiği toplumlarda bu nedenle demokrasi ve özgürlükler hayata geçmiyor.
Bunun adı yağma düzenidir!
Ölüm tuzağına düşeriz böylece!
Çevre duyarlılığına sahip insanlar büyük bir savaşım veriyor doğayı korumak için...
Tüm siyasi partiler, gelip geçmiş iktidarlar seyrediyor, umutlar tükeniyor, hayat bir türlü güzelleşmiyor...
Ölüm tuzakları, sınır tanımaz para hırsı, vahşi kapitalizm tükenişimizin baş sorumlusu.

***

Bir Kızılderili atasözünü anımsadım masamın başında otururken:
“Dünya bize atalarımızdan miras kalmadı; biz onu çocuklarımızdan ödünç aldık!”
Aynen öyle oldu ama biz çocuklarımızın geleceğini karartıyoruz.
Kendi çocuklarımızı öldürüyoruz...
İnsanlarımızı yoksulluğun çukurunda yaşamaya tutsak ediyoruz.
Büyük kentlerimizin yeşil alanlarını satıp, gökdelenler diktirip bununla “şanlı, gelişen Türkiye” diyerek caka satıyoruz.
Ağlanacak halimize gülüyoruz...
Güneşimizi gizleyen kurşuni bulutlar, kuş cennetleri, Akdeniz deniz kaplumbağaları...
Kirlenen akarsularımız, denizlerimiz, göllerimiz...
Dünyanın en güzel ürününü veren çamfıstığı ağaçları, siyanürlü altın...
Sınırsız bir tüketim çarkı, yok olan tarım ve hayvancılık!
Her şey ama her şey zalim bir hallacın attığı pamuklara benziyor.
Gördüklerimizi, yaşadıklarımızı kime anlatacağız, kim hesap soracak yağmaya, talana, soyguna “sen yoluna devam et” diyenlerden kim?
Bir savurganlık düzeni giderek artıyor...
Elma, ceviz, badem, kavun, karpuz İran, Hollanda, Kanada, ABD’den ithal ediliyor...
Böyle bir yaşam biçimiyle nereye kadar gidilebilir, söyler misiniz?

***

İnsanın insanlaşmasıyla doğanın kirlenmesi insanın dışında bir oluşum değildir...
Sanayileşme, varsıllaşma yarışı soygun ve talan düzenine ivme yaptırdı, yaşadığımız kentlerde soluk alıp verecek bir park kalmadı...
Niye bu doymazlık, aç gözlülük?
Doğa ölüyor!
Hiçbir canlının içinde barınamayacağı, zehirli hava soluyacağı pis bir bataklığa dönüşüyor.
Çocuklarımızdan ödünç aldığımız bu toprakları yaşanamaz bir hale getiriyoruz.
Hani insan kendini uygar sanıyordu?
Hepsi yalan, hepsi kandırmaca...
Doğayı yozlaştıracak bir düzene karşı demokratik tepkimizi koymak zorundayız!
O yüzden ülkemizde çevre savaşçılarına sahip çıkmanın zamanı gelip geçiyor...
Mirasyedi olmayalım, çocuklarımızın geleceklerini karartmayalım!  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları