Ergin Yıldızoğlu
Ergin Yıldızoğlu ergin.yildizoglu@gmail.com Son Yazısı / Tüm Yazıları

SYRİZA’nın Işığında Avrupa

02 Şubat 2015 Pazartesi

Yunanistan’da SYRİZA’nın hükümeti kurduktan sonra seçimlerde verdiği sözleri yerine getirmek için almaya başladığı önlemler, bunlara mali piyasalardan, Avrupa Birliği bürokrasisinden, Almanya yönetiminden gelen tepkiler Avrupa Birliği projesinin gerçek yüzünü aydınlattı: Avrupa Birliği iddia edildiği gibi bir uygarlık projesi değildir! Avrupa Birliği, uluslararası finans-kapitalin, Almanya hegemonyası altında şekillenen antidemokratik, emperyalist projesidir. Bu nedenle, AB projesi, finans-kapitalin kriz dinamiklerini, Almanya hegemonyasının siyasi, jeopolitik sorunlarını bir sismograf gibi yansıtmaktadır.
Politis (Fransız) dergisinin baş yazısının vurguladığı gibi, “SYRİZA’nın zaferi yalnızca Yunanistan’a değil Avrupa’ya ilişkin bir olgudur. Şimdi tutarlı bir söylemi ve toplumsal tabanı olan bir siyasi güç ortaya çıkmıştır”.

Demokrasi mi dediniz?
O da ne? SYRİZA seçilirse, “kemer sıkma politikalarına” son vereceğini, Yunanistan’a dayatılan kurtarma programını yenilemeyeceğini, borçlarla ilgili olarak troika’yı (Avrupa Merkez Bankası, AB Komisyonu ve IMF) muhatap almayacağını, alacaklılarla doğrudan görüşeceğini açıklamıştı.
SYRİZA hükümeti oluşturunca, verdiği sözleri yerine getirmek için kolları sıvadı: İşten atılan kamu işçilerini yeniden işe alıyor, asgari ücreti eski düzeyine getiriyor, emeklilere ve yaşlılara ilaç ve ısınma desteği veriyor, “Bizim halktan korkmamız için bir neden yok” deyip parlamento binası önündeki barikatları kaldırıyor, seçimlerde yabancılar sorununu istismar etmediği gibi, göçmen işçilerin Yunanistan’da doğmuş çocuklarına vatandaşlık vermeye hazırlanıyor, nihayet özelleştirmeleri durduruyor.
Bir partinin oy isterken verdiği sözleri tutmasından daha doğal ne olabilir parlamenter demokratik uygarlık projesinde? Belli ki karşımızdaki bir demokratik uygarlık projesi değil. Seçimlerden önce samimiyetine inanmayan, SYRİZA’ya, nasıl olsa seçimden sonra ağzını değiştirir diye ölçülü yaklaşan, ABD ve Avrupa büyük medyası, aniden ağzını bozmaya başladı: “Voodu ekonomisi”, “ütopik vaatler”, “modası geçmiş ideoloji”, “deli solcu akademisyenler”, “Demagojik partinin lideri” (sırasıyla, Financial Times, The Guardian The Independent, Wall Street Journal, Le Monde) gibi ifadeler şimdi havalarda uçuşuyor.
Finans-kapital de hemen dişlerini gösterdi, Atina borsası hızla gerilemeye başladı, kredi derecelendirme kuruluşu Standard and Poor’s, Yunanistan’ın notunu B’den -B’ye düşüreceğini açıkladı. En açıklayıcı açıklama, Avrupa Komisyonu Başkanı Jean Claude Junker’in Le Figaro ile yaptığı bir söyleşide geldi: “Pazardan sonra yeni bir dünya oluştuğu iddiası doğru değildir. Biz Yunan seçmeninin tercihine saygı gösteriyoruz. Ancak, Avrupa Birliği anlaşmalarına karşı demokratik bir tercih olamaz... Bir Alman diktası olduğu iddiası doğru değildir... Yunanistan hükümetinin politikalarına karşı olan başka ülkeler de vardır” (Le Figaro, 29/01, abç. ). Yanlış okumadınız “demokratik tercih olamaz”, “Alman diktası...”
Apar topar Yunanistan’a koşan Avrupa Birliği Maliye Bakanları Grubu Eurogroup Başkanı Jeroen Dijsselbloem ile SYRİZA hükümetinin Maliye Bakanı Yanis Varoufakis cuma günü birlikte basının karşısına çıktıklarında, yukardaki resim bir kez daha doğrulandı: Varoufakis’in “Biz bu baştan çürük biçimde kurulan troika komitesiyle görüşmeyeceğiz, kurtarma programını yenilemeyeceğiz, Yunan halkının güvenini ancak böyle koruyabiliriz” hatırlatmasına karşın Dijsselbloem, Yunan hükümetinin borç yapılandırması için talep ettiği uluslararası konferansa atıfla “borçları yeniden yapılandırmak için bir uluslararası konferans düşüncesine gelince, böyle bir konferansın olduğunu anlamanız gerekiyor, bunun adı da Eurogroup (üye ülkeler maliye bakanları grubu - EY)” diyor. Alman Maliye Bakanı Wolfgang Schauble’nin SYRİZA’nın uygulamalarını şantaj olarak tanımlayan ifadeleriyle ilişkiler gerilmeye devam ediyordu. (Financial Times 31/01)

Bir Almanya sorunu
Daha önce bu köşede birçok kez vurguladığım gibi, küresel kapitalizm 1970’lerden bu yana yapısal bir kriz yaşıyor. Bu krizin kendi dışavuruş biçimi, aşırı üretim/birikim sorunu 1980’lerden bu yana, küresel çapta yeni piyasaların finans kapitalin kullanımına açılması, tüketimin kredi genişlemesi ile canlandırılması, sermayenin üretimden giderek spekülasyona kaymaya başlamasıyla yönetiliyor: Neo-liberal küreselleşme- finansallaşma! 2007 mali krizi ve onu izleyen büyük durgunluk, bu kriz yönetme modelinin de tükendiğinin, hatta iflas ettiğinin kanıtıydı. Bu kriz yönetim modelinin önceliklerini uyguladıkça Yunanistan’ın daha da batması da bu iflasın son örneğini oluşturuyor.
Avrupa Birliği’nin yapılanma ve ilerleme biçimi bu krizle, yönetim modeliyle yakından ilgili, sismograf gibi derken tam da bunu kastediyorum. Alman kapitalizminin kârlarını artırırken geliştirdiği üretim kapasitesi ile bastırdığı ücretlerin sınırladığı tüketim kapasitesi arasında büyük bir açık var. Alman kapitalizmi bu açığı, toplumsal hasılasının yarısına yakın bir ihraçla kapatıyor. Bu ihracatın istikrarlı biçimde sürdürülebilmesi için üç koşulun yerine gelmesi gerekiyor: Almanya’nın göreli rekabet üstünlüğü; açık pazarlar -serbest ticaret bölgesi- ve yeterli bir tüketim kapasitesi. Avrupa Birliği, “birleşik pazarı”, Almanya’ya ilk iki koşulu garanti ediyor. Alman kapitalizmi için vazgeçilmez bir lebensroum (yaşam alanı) oluyor. Geriye üçüncü koşul, tüketim kapasitesi kalıyor.
Avrupa Birliği içinde hiçbir ekonomi Almanya kadar kârlı ve zengin olmadığından burada bir sorun var. Bu sorun da Alman finans kapitalinin elinde biriken fazla sermayenin, özellikle Almanya karşısında rekabet gücü en düşük çevre ülkelerine kredi olarak gönderilmesiyle, sermaye ihracıyla aşılmaya çalışıldı. Böylece, hem üretim kapasitesi hem de finansal biçimde oluşan fazla sermaye ihraç ediliyor, dış krediye bağımlı tüketim kapasitesi, ekonomik yapı ve kapitalist sınıf fraksiyonları, bağımlı adeta post-kolonyal toplumsal yapılar oluşuyordu. Bu, sürekli çevreden merkeze (Almanya başta olmak üzere) değer transferi üzerine kurulu, doğası gereği sürdürülemez emperyalist dinamik, hem Almanya’nın AB üzerinde hegemonyasını gerektiriyor hem de bu hegemonya için sağlam bir zemin oluşturuyordu.
Küresel mali kriz Avrupa’da bu dinamiği tüketti. Bu emperyalist modeli, yeni kurtarma paketleri, Almanya’nın dayatmalarıyla sürdürme çabaları, Yunanistan, İspanya gibi çevre ülkelerin ekonomilerinin tüketim kapasitesini restore etmek yerine çökertiyor. Hem mali sermaye ile üretken sermaye arasındaki uyum bozuluyor, hem bu ülkeler borçlarını ödeyemez konuma düşüyor, hem de mali sermayenin baskısı alenen soyguna dönüşürken SYRİZA’nın tuttuğu ışık AB’nin emperyalist anti demokratik yüzünü aydınlatıyor.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Siyasetin sefaleti 16 Aralık 2024

Günün Köşe Yazıları