Deniz Yıldırım

Kadınlar vardır

07 Aralık 2019 Cumartesi

Herkesin varlık mücadelesi farklı. Kimisi servetine servet katmayı, kimisi yatlarını ve katlarını saymayı, kimisi banka hesaplarını kabartmayı anlıyor. Maddi varlık boyutudur.

Kimisi ekmek peşinde; oradan oraya koşturuyor. Varlığını fiziksel açıdan sürdürebilmek için ömrünü tüketiyor. Çoğunluktur.

Kimisi kimliğini eşit ve özgür bir kamusal yaşamda görünür kılmak, tanınmasını sağlamak için mücadele ediyor. Varoluş mücadelesidir.

Bugün ezilen kimlikler açısından bakıldığında, varlık ve varoluş mücadelesinin odağında en zoru kadın olmaktır. Aslında kullandığımız dil de bu eşitsizliğin dışavurumudur. Siyahi futbolcu denir, siyahi aktör denir ama beyaz futbolcuyu, beyaz oyuncuyu, beyaz yazarı vurgulamayız. Kadın bakan deriz, kadın vekil deriz, kadın yazar deriz ama erkek bakan, erkek vekil, erkek yazar vurgusu yapmayız. Bir konumun başına bir sıfat getiriyorsak, çoğunlukla o, ikincil hale getirilen, ayrıma maruz bırakılan, eşitsizliklerden payını daha fazla alan bir mağdur kimliğiyle ilişkilidir. Dil, biz  çoğu zaman fark etmesek de bu gerçeği ele verir. “Kadın cinayetleri” örneğinde de olduğu gibi.

Kadınlar bu ortamda iki düzeyde daha fazla mücadele yürütmek zorunda bırakılır. Fiziksel olarak varlıklarını cinayetlere, şiddete, taciz ve tecavüzlere karşı koruma mücadelesi ilk düzeydir. Varlık mücadelesidir, hayatidir. Ve kadınların kolayca hedef haline getirilebildiği, kendi varlıklarını kamusal yaşama eşit oranda katmaya çalıştıkları her yerde rahatlıkla öldürülebildiği her cinayet vakası, tüm kadınların varlığına yönelen, acıyı, korkuyu ve endişeyi pekiştiren kamusal bir tehdittir. Bu yüzden de öldürülen sadece Özgecan Aslan, Ceren Damar, Emine Bulut, Şule Çet ya da son örnekte olduğu üzere, Ceren Özdemir değildir. Öldürülen, kadınların fiziksel olduğu kadar kamusal varlığıdır.

Asgari yaşam güvencesine sahip herkes, fiziksel varlığının ötesinde bir insani varoluşa da sahip olmak ister; insanın anlam mücadelesi bu varoluş mücadelesiyle de bağlantılıdır. Eğitim almak, istediğimiz bir işte çalışmak, insani bir gelire sahip olmak, yaptığımız işle hak ettiğimizi düşündüğümüz yerlere gelmek, beğeni ya da yeteneklerimiz doğrultusunda kendimizi gerçekleştirebileceğimiz üretimlere yönelmek, sevmek ve sevilmek bu varoluş mücadelesinin uzantılarıdır. Ve bu mücadelenin alanı da diğer insanlarla karşılaştığımız kamusal yaşamdır. İşte kadınların daha fazla mücadele etmek zorunda oldukları ikinci düzey de, bu varoluşsal mücadele alanıdır. Çocukluktan itibaren, kamusal yaşama katılmak adına dahil oldukları yarış eşitsizdir. Bazen “kız çocuğu okumaz”la; bazen erken evlendirme dayatmasıyla, istediği okula gidememekle veya istediği işe girememek engeliyle karşılaşır. Bazen “çok seven” birinin tehditleriyle, bazen tabularla, yasaklarla. İstediği işe girerse, kariyer basamaklarında da bir mücadele yürütmek zorundadır kadın. Varoluşunu tanıtma mücadelesi de eşitsizdir.

 Bu yüzdendir ki bugün Türkiye’de kadınların işgücüne katılma oranı gelişmiş ülkelerin altındadır ve işsiz genç kadınların oranındaki artış daha fazladır; bu ortamda kadınlar daha güvencesiz işlerde, daha düşük ücretlerle çalışmaya zorlanır; bu yüzdendir ki bugün Türkiye’de kadın bakan, kadın vekil, kadın rektör, kadın kaymakam oranı; toplumdaki eşit nüfus dağılımının oldukça uzağındadır. Demek ki kadın, dört yandan kuşatan eşitsizlik, baskı ve taassup kalıplarıyla daha fazla mücadele etmek zorundadır.

İçimizi yakan son cinayette yitirdiğimiz, gencecik Ceren Özdemir’i düşünelim. Bir üniversite öğrencisi; ailesinin desteğiyle, sevgisiyle okuyor. Hayat dolu bir sanatçı; bale ve müzikle ilgileniyor; öğreniyor ve öğretiyor. Varlığını ve varoluşunu anlamlandırıyor. Ve akşam sokaklarda yürüyerek evine geliyor; evinin girişinde katlediliyor. Ceren her anlamda bir “kamusal kişilik” özetle. Öldürülen, Ceren’in fiziksel olduğu kadar kamusal varlığıdır. Tam da bu yüzden, bundan önceki tüm acı örneklerde olduğu gibi Ceren’in katledilmesi de, kadınların fiziksel varlıkları için tehdit olduğu kadar, kamusal yaşama katılmak adına verdikleri varoluş mücadelesinin de hedefe konulması anlamına geliyor. Katledilen üniversite hocası Ceren Damar ile üniversite öğrencisi Ceren Özdemir’i tam da bu ikili boyut birleştiriyor. Öyleyse kadınların fiziksel varlıklarıyla kamusal varoluşlarına dönük zorlu ve ikili mücadelelerini hep birlikte ele almak, ikisi için mücadeleyi birbirinden ayırmamak ve kadınları, eşitsizliğe mahkûm edildikleri bu yarışta kamusal yaşamın her alanında eşit birer özne haline getirecek tüm çabaları sahiplenmek gerekiyor. Adli, idari tedbirler yetmez. Zihniyet de değişmeli. Kadınlar vardır.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Cumhuriyet’e veda 4 Haziran 2022

Günün Köşe Yazıları