Hikmet Çetinkaya

Yobazlığın Sicili... (13.12.2014)

13 Aralık 2014 Cumartesi

Gece başlamıştı yağmur, sabah uyandığımda hâlâ yağıyordu.
Hava soğuktu dışarıya çıktığımda...
Kahvemi yudumlarken kapatılmış kapılar ardında yiten mevsimleri, yılları düşündüm.
Vakitsiz trenler, gemiler geçiyordu gözlerimin önünden...
Derin bir sessizliğin içinde zifiri karanlık geceleri, hapislik günlerimi anımsadım...
Ölümün sınırında şairleri, şairlerimizi, şair dostlarımızı...
Bir Akdeniz akşamında dinlediğim öyküler 30 yıl öncesine dayanıyordu...
Çiçek açmış limon bahçeleri ve Metin Demirtaş.
Unutulmuş mektuplar, büyük fırtınalı günler... Bir tutam sevinç, bir tutam hüzün...
Metin’in ani ölümü, geride bıraktığı şiirler, yazılar, kitaplar.
70’li yılların ortalarıydı işte...
Çabuk geçti zaman!
Geriye şu dizeleri kaldı aklımda:
“Yürürsek bulur muyuz o havaları / Alkol almış, az üzgün / Bir sevdanın ilk günlerinde / Ürkütülmüş yalnızlığıyla güvercinlerin / Dağılan bir akşamın serinliğine / Kararsız nereye dursa şimdi / Hüzne eğik dallar / Mutluluktur ya bilinmez şimdi / Öğretir sana gelen acılar”
Metin Demirtaş ve dostlar aynı sofradaydı o yıllar...
1974 affı...
Rakı kadehleri...
Aynı ekmek, aynı hasret, aynı özgürlük için...

***

Soru-yanıt ilişkisi içinde gece vardiyalarında çalışanlar gibiydik...
İnsanoğlu tüm yaşamı boyunca sorar ve yanıtlar ya da sormaya, yanıtlamaya çalışır...
Bu diyalektik süreç tükenmez; kuşaktan kuşağa zincirleme sürer gider. İnsanlığın birikimleri sonsuzluğa uzanır.
Sorular yanıtlandıkça, yanıtların yaratacağı yeni soruların süreci başlar...
İlhan Selçuk, 80’li yıllarda şöyle yazmıştı anımsatayım:
“Uygarlık birikimle kurulur, böyle sürer. Her soru gerçekte yanıt gibidir.”
Çok yazmıştım, bir kez daha yineleyeyim:
Diyelimki bir toplantıda Voltaire’in adı geçince, orada bulunanların birisi sordu:
“Voltaire kim?”
Mürekkep yalamış olanlar Voltaire’i tanır...
Ya soruyu soran kişi!
O, sorduğu soruyla karşısındakileri sorguya çekerken cehaletini belli etmiştir.
Hayat tarih gibidir, uçsuz bucaksız bir denize benzer!
Biz de öyle yaptık, hep sorduk ve yanıt aradık...
Sorunun içeriği darbeli yıllarda da son 12 yıllık süreç içinde de nitelik değiştirdi.

***

Metin yaşamıyor ama şiirleri bana hayat dersi veriyor bu yaşımda...
Nereden aklıma geldi Metin Demirtaş, hayatı, uygarlığın nasıl boy verdiğini yazacakken...
Üç gün önce gazetenin asansöründe Ataol Behramoğlu’yla karşılaştım...
Ataol açtı konuyu...
Yağmurlu, soğuk bir havada aklıma geldi Metin...
Çiçek açmış limon bahçelerini anımsadım Antalya’nın.
Sevgiyi, hüznü, aşkı, yaşamı, sevinci...
Türkülü bir yürekti Metin!
Devrimci ve isyancı bir ruh!
“Mektuplarımız gelir
Zarfında mapushane kokusu
Tanımam çoğunuzu
Oturup bir çay içmişliğimiz yoktur
Ne de görmüşlüğümüz
Bir sigara içimi
Ama Nâzım’ın dediği gibi
Bir gün ölebiliriz yan yana aynı siperde
Aynı ekmek, aynı hasret, aynı hürriyet için”
O türkülü yürek ve Metin...
Unutulmuş mektuplar, sevgisizlik, ölümler... Barışı değil savaşı savunanlar...
Sahi sorunun içeriğinden, sorgucunun niteliğini hem tarihe yazarsınız, hem yobazlığın siciline...
Günümüzde yaşananların hem tarihe hem de yobazlığın, gericiliğin siciline yazıldığının farkında mısınız?

***

Demek istediğim şu:
Soru vardır soranı büyütür, soru vardır, soranı yalnız küçültmez, alçaltır...
Bizi bilgisizliğin karanlığında çürütmek isteyenlere karşı dik olmanın günüdür bugün!
Metin Demirtaş’ın devrimci ruhu, isyancıl yüreği...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları