Miyase İlknur

Hışto’nun hançeri

31 Ağustos 2019 Cumartesi

Bu ülkede gazeteci olarak güne baş­lamak kolay, yurttaş olarak başla­mak hayli sıkıntılı. Gazeteci güne başlarken daha sabah haberlerinde önün­deki el atacağı onlarca konu arasında sa­dece hangisini seçeceğinin sıkıntısını çe­ker. Yurttaş ise haberleri izeldiğinde yüre­ği daralır, tansiyonu fırlar, çağdaş ülkeler­de “nasıl yani!” denilecek onlarca sorunun kendi ülkesi için mukadderat ya da “işin fıtratı” olarak görülmesi karşısında ken­disini aciz hisseder. Şehit cenazeleri, ka­dın cinayetleri, sel baskını, çocuk tacizleri, zam yağmurları, S-400 krizi, Suriyeli sığın­macılar sorunu, kendi seçtiği belediyele­re kayyım atanması, Doğu Akdeniz’de ab­lukaya alınmamız, Fırat’ın doğsunda ABD ile bir ileri-bir geri viteste yaşanan anlık krizler derken bir de başımıza İdlib krizi çıktı. Düşünce, ifade ve gösteri özgürlük­lerine yönelik baskıları saymıyorum bile... Alıştırdılar artık.
Suriye konusunda kolay işi zora na­sıl çeviririz diye yıllarca kafa yorsan ancak bu kadar içinden çıkılamaz bir politika uy­gulanabilir. Şimdi ABD ile Rusya arasın­da bir onun, bir diğerinin gönlünü yapmak için çırpınıp duruyoruz. “Fırat’ın doğusu­na girdik, giriyoruz. Ağustos ayı zafer ayı­dır” şarkıları söylerken bir anda karar de­ğiştirip ABD ile güvenli bölge oluşturmak için müzakerelere başladık. ABD’nin için­de bulunduğu bir formülde nasıl güvenlik olacaksa? Çekiç Güç örneği ortada. Ma­dem ABD bizimle güvenli bölge konusun­da anlaştı, o zaman ne diye YPG-SGD güçlerine TIR’lar dolusu silah sevkıyatına tam gaz devam ediyor?
Peki, bizi Fırat’ın doğusuna harekât yapmaktan alıkoyan ne? ABD ile çatışma riski mi, yoksa en alttan en üste omurga­sıyla oynadığımız, deneyimli komutanları­mızı önce FETÖ’nün kumpasları sonra da saraya bağımlı bir ordu yaratmak için tea­mülleri altüst ederek tasfiye etmenin getir­diği bir sıkıntı mı? Ordumuza mı güvenmi­yoruz? Yoksa S-400 krizi nedeniyle kızdır­dığımız ABD’nin bize yaptırım uygulama­sını ötelemek için gönül alma çabası mı?
ABD ile arayı düzeltelim derken bu kez de Rusya ile karşı karşıya geldik. Rus­ya desteğindeki Suriye güçlerinin, İdlib’de bizim desteklediğimiz rejim muhalifi güç­lerini ilelebet orada tutacağını beklemek zaten saflık olurdu. Halep’te ve diğer böl­gelerde adım adım nasıl silahlı rejim kar­şıtı güçleri kovdularsa İdlib’de de kovaca­ğı kesindi. İdlib’in Rusya desteğindeki re­jim güçleri tarafından ele geçirilmesi halin­de bir de binlerce sığınmacı akını ile kar­şı karşıya kalacağız. Rusya’dan S-400’leri alınca bir sorun çıkmaz diye düşündük herhalde. Diplomasi böyle rüşvetlerle ya da komşu çatlatmalarla yürütülecek basit bir oyun mudur?
İdlib nedeniyle Rusya ile karşı karşıya geleceğimiz belli iken S-400 almamız ne­yin nesiydi? Üstelik ne zaman aktif ha­le geceği bile belirsizken. Belki de hiç ak­tif hale getirilmeyecek. O zaman niye al­dık sorusuna verilecek tek yanıt: “Desinler ki Hışto’nun da hançeri var.
Ağustos ayı zafer ayıdır” diye gürle­mek de öyle. Yarın ABD, Çekiç Güç ola­yındaki gibi seni aldatırsa ne olacak? Yi­ne mi “Bak geliriz ha” diye yine esip gür­leyeceğiz? Bir devlet iki de bir “Bak sab­rımı sınama, gelirim ha” laflarını ediyorsa hiç kimse onu ciddiye almaz. Operasyon yapacaksan yaparsın. Ya da bu tehditle­ri savurmazsın.
Bir diğer baş ağırımız da Doğu Akdeniz. Akdeniz’e kıyısı olanlarla olmayan emper­yal güçler bir araya gelip münhasır eko­nomik bölgelerini ve Sevilla haritasına gö­re deniz yetki alanlarını çoktan belirle­mişler. Biz ise bu duruma mukabele ede­cek Suriye ve Mısır’la ilişkilerimizi bozmu­şuz. Libya’nın ise hali ortada. Tek yaptığı­mız Yavuz sondaj gemisi ile Barbaros Sis­mik 1 gemisini Akdeniz’de dolaştırmak. Ne bu? Dedik ya: “Desinler ki Hışto’nun da hançeri var.”
Bu Hışto kimdir bilmem. Ama bizim yö­rede sırf gösteriş olsun diye bir iş yapan ya da bir meta satın alanlar için kullanı­lır. Ama tarihte bu söz için şöyle bir öy­kü anlatılır.
Eski zamanlarda bir baba, oğluna saldı­rılardan kendisini koruması için bir hançer vermiş. Oğlan da hançeri beline takıp ca­ka ile dolaşırken karşısına dikilen biri han­çeri görüp sormuş:
- Bu hançer de nedir?
- Babam verdi, birisi bana saldırmayı düşünürse kullanayım diye.
- Ben düşünmüyorum, direkt saldırıyo­rum deyip gülmüş adam.
Mevlana’nın bu hikâye üzerine söyledi­ği söz de şöyle:
- Farz et ki babandan miras kaldı sana Zülfikâr, bileğin Ali’nin bileği değilse neye yarar Zülfikâr!



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları