Hikmet Çetinkaya

Aşkını Bile Çaldı Hırsızlar!..

30 Kasım 2014 Pazar

Gecikmiş saatinde günün, kınından çıkarken soğuk, soluğumuzu evlere doğru hohluyorduk...
Zamanın gizine varıyorduk, Stafford’un dizelerini okurken.
Sessizlik kolluyordu bizi, dünyanın en zorlu ipiyle tırmanırken gözlerinize, sarsarak soğuğu ve karanlığı.
Nice kayıp özlemlerimiz, tutkularımız, aşklarımız vardı...

Tasalarımız, hüzünlerimiz, sevinçlerimiz!
Çok uzakta kasabanın kışlarında, yanan ocağın külleri yalazlanırdı, telefon direklerinin sarmalları üzerinde...
O donakalmış gece vardiyaları, gün ışığını beklerdi, yalnız, terk edilmiş...
Sonra bir beyaz sayfaya siyah kurşunkalemle yazılmış notlar:
“Dağlardan kopmuş, yaşamla dopdolu bir kız, kahverengi gözlerinin kıskanıldığını bilirdi yas tutmuş sabahların beyaz aydınlığında...
Ağlardı hıçkıra hıçkıra!”

***

Uyku hepimizi bir ağaç gibi sarardı kurumuş dallarıyla; solumalar sessiz bir ışıkta süzülür giderdi...
Gözlerimiz yumulu, kirpiklerimiz sulara sürterdi...
Bir genç kadın yalnızlığın o derin hüznü içinde titreyerek uyanırdı...
Yatağının üzerinde sallanan ampulü arar ama bulamazdı...
Yatağının üzerinde sallanan ampulü arar ama bulamazdı...
Aşk acısı kuşatmıştı bedenini!
Tam o sırada bir erkek zamanın akışında, engin suları düşünürdü, aldatılmayı, sevdanın görünmeyen yüzünü yakalamak için...
Onlar hiç ölümü düşünmemişlerdi...
Açlık ve savaş günlerini!
Bir boş vermişlik yüzgecinde akreple yelkovanı, zamanı saate göre ayarlamayı...
Düşlerinde kimi zaman Cemal Süreya, Pablo Neruda vardı...
Duygusallık...
Oysa gerçeğin aynası öyle değildi...
Sanıyorum bilmiyorlardı plaza ölülerini ya da nitrat adamlarını...
Zaten hep öyle olurdu halkın ölümü, köle düzeninin, vahşi kapitalizmin sürmesi için...
Menekşeli bir gökyüzüydü hayalleri...
Savaş değil barıştı!

Halkların kardeşliği!
Bir ülkede neden hep çocuklar ölüyor?
Yalansız bir evrende yaşamak isteyen çocuklar, bu yüzden hainliğin, puştluğun, ikiyüzlülüğün bedelini ödüyordu...

***

Engin sularda aranan o eski aşklar, masmavi ilkyaz sabahları, o kıyı kasabası, İyonya’nın imbatı...
Bir çığlıkla irkildi güz çiçeklerini koklarken...
Düşünceler ormanındaydı...
İlkyazın habercisi kırlangıçlar terk etmişti oraları...
Yaz yağmurunu andıran yıldızların kayması, o genç kadınla adamın başka iklimleri araması...
Yitip giden aşklar, hüzünler!
Aklına; yok edilen, kıyılan, öldürülen zeytin ağaçları geldi...
Talan!
Soygun! 

Yalan! 
Gözlerini yumdu ikisi de farklı kentlerde, iklimlerde yalnızlığın acısını çekerken... 

Nelly Sachs’in şiirinde gibiydiler... 
“Nice yaramız var 
öleceğimizi sanıyoruz 
sokak bize kötü bir söz attığında her kere 
Sokak bunu bilmez 
ama kaldıramaz böyle ağır bir yükü 
Sokak üstünde görmeye alışmamıştır 
bir acılar Vezüv’ünün püskürerek girmesini 
Orada ilk çağların anıları yok oldu gitti 
ışığın insan ürünü olmasından bu yana 
ve artık meleklerin kuşlar ve çiçeklerle oynadığı yok 
ya da donatmıyorlar gülüşleriyle bir çocuğun düşünü...” 

***

Hayata sarılamayanlar, vahşi kapitalizmin doğasında olan yolsuzluğu, rüşveti içine sindirenler köşeyi dönüyor günümüzde...
Aşkın peşinde koşanlar karşı çıkıyor buna...
Vahşi kapitalizm hem çevreyi yok ediyor hem insanı...
Utanç verici servet, utanç verici mal, mülk...
Bir çocuğun düşünü çoğaltmak, aşka sarılmak, sevmek, insan olabilmek!
Biliyorum yüreğinizdeki o hançeri kimse çıkaramayacak...
Sen anneydin, baba, eş, sevgili, çocuk!
Mavi tırtılların yok, artık ilkyazın yok, allı, yeşilli uçurtmaların yok...
Kırlangıçlar da gelmedi bu yıl!
Aşkını bile çaldılar senin!



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları