Hikmet Çetinkaya

Atatürk’ü Anlamak...

12 Kasım 2014 Çarşamba

Pazartesi günü altı gazetenin birinci sayfalarında birer Atatürk fotoğrafı vardı her yıl olduğu gibi...
Havuz ve tarikat medyası yine aynı yolu izlemiş, Mustafa Kemal’in ölüm yıldönümünde yine eski başlıklarla çıkmıştı...
Demek ki değişen bir şey yoktu onlar için...
Haşhaşi, çete falan bir kenara konulmuş, aynı yolun yolcuları ortaya çıkmıştı...
Eski zaman saatleri geleceğin habercisi midir?
Galiba öyle!
Din eksenli bir iktidarın adı “ılımlı İslam” olunca bizi bugünlere taşıyan 1923 Aydınlanma Devrimi çoktan unutulmuştu.
Hukuk kavramının “H”sini biraz bilen bir kişi, 1923 Devrimi’yle Mustafa Kemal’in ne yaptığını hemen bilir...
Çünkü özel hukukla kamu hukuku tepeden tırnağa değiştirilmiştir...
Başta söylediğim gibi zamanın yaşı yoktur...
Avrupa’nın demokrasiye geçmek için yüzlerce yıl uğraşıp çaba harcayarak ulaştığı hukuk düzeni, laik Cumhuriyetin altyapısını oluşturmuştur.
Eğer 1923 Devrimi olmasaydı, Türkiye bugün bir Ortadoğu ülkesi olur, AB kapısının zilini bile çalamazdı.
Atatürk’ü yok sayanlar, ölüm yıldönümünde bile “Atatürk’ü sevmeye mecbur muyuz?” diyenler, bugün kendi varlıklarını bile koruyamazlardı.
Onun için 10 Kasım’da Atatürk’ü anmaktan çekinenlerin, çağdaş uygarlığın akıl ve bilimle getirildiği bu coğrafyada geçmişi unutmamaları gerekir...

***

Anadolu insanı bugün Atatürk’ü sayması, sevmesiyle özdeştir...
Yine Anadolu insanı sahte Atatürkçüleri, Kenan Evren modeli darbeci Atatürkçüleri sevmez...
Atatürk’ün putlaştırılmasına karşı çıkar, Aydınlanma Devrimi’ne sımsıkı bağlanır...
Türk ve Kürt şovenizmine karşı duvar örer, savaşı değil barışı savunur...
Kendi var oluşunu başkasının iki dudağı arasında gören ve bilen bir kişi, en başta uygarlığının temel felsefesine aykırı düşer!
Bu aykırılık kimlik çatışmasının ilk işaretidir...
Böyle bir hayat, insanı köleleştirir...
Yanı başımızda yaşananlar, ırk, din, mezhep çatışmaları ve akan kan...
Yoksul toplumlarda neden demokrasi, öz-gürlükler ve barış temeline dayalı bir hayat yoktur!
Nefretin, düşmanlığın giderek tırmandığı bir toplumda, egemenlerin iktidarı sürüyor...
Emek sömürüsü yapılıyor, gücünü güçsüzlükten alan emperyalizm yoksul halklara meydan okuyor...
Çaresizlik içinde olan toplumlar, kanlı kıyımların içinde hayata tutunmaya çalışıyor.
Bakın zamanın saati işliyor...
Çocuklar ölüyor, Suriyeli göçmenler ülkemizin dört bir yanına yayılıyor, terör sürüyor...
Türkiye’yi bir dönem batıranlar, devlet hazinesini soyanlar, hayali ihracatla köşeyi dönenler, “siyaset-çete-güvenlik güçleri” üçgeninde cinayet işleyenler sözde Atatürkçülerdi...

***

10 Kasım 2001’de yayımlanan “Atatürkçü” başlıklı yazımdan bir alıntı yaparak noktayı koyuyorum:
“Benim ülkemde 12 Mart ve 12 Eylül hep ‘Atatürkçülük’ adına yapıldı.
Benim ülkemde kitaplar ‘Atatürkçülük’ adına toplandı, yakıldı; aydınlar, emekçiler, gençler, yazarlar darağacında asıldı, zindanlara atıldı...
Benim ülkemde din bezirgânları, tarikat şeyleri, ‘bu kış komünizm gelecek’ diyerek korunup kollandı...
Atatürkçülük adına, faili meçhul cinayetler işlendi; yargısız infazlar yapıldı...”
Bugün 12 Kasım 2014...
Değişen ne var?
Değişen hiçbir şey yok!
Soma’da yaşanan maden katliamını unuttuk, Ermenek’e bakıyoruz...
Cumartesi Anneleri, kıyımlar, acılar, hüzünler...
Bir kuşatma altında mıyız?
Şafağın parmaklarımızın ucunda sökmesini beklerken, “savaş”, “kıyım” ve “ölüm” yaftalarıyla kuşatılmışlığın içinde aydınlığı arıyoruz...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları