Ergin Yıldızoğlu
Ergin Yıldızoğlu ergin.yildizoglu@gmail.com Son Yazısı / Tüm Yazıları

‘Bu topluma bir şey olmuş’

11 Mart 2019 Pazartesi

Dost toplantılarında, sosyal medyada sık sık dile getiriliyor: “Bu topluma bir şey oldu”, “Medyada her gün yeni bir saçmalıkla karşılaşıyoruz”, “Millet kafayı yedi” filan…
Bir toplumda anlamlar zinciri kırılmaya, sözcüklerin anlamını sabitleyen “kapitone” noktaları (çiviler) yerlerinden çıkmaya başlayınca, insanların psikolojik dengeleri altüst olur. İnsanlar bir adım sonrasını düşünmeden davranır, ağızlarından çıkan sözün nereye gideceğine bakmadan konuşurlar.
İnsanlar, birbirini dışlayan simgesel sistemlerin, farklı realitelerin içinde aynı anda yaşayabileceklerine, ya da birinden öbürüne kolaylıkla geçebildiklerine inanmaya başlarlar. Daha da vahimi, sözcüklerin, simgelerin anlamlarını kendilerinin saptadığına inanır, çoğu kez bu şizofren durumunun ayırdında bile olmazlar.

Bin yıldır bitmeyen ‘beka’ sorunu
Bu şizofren durumun kimi örneklerine, siyasal İslamın entelektüellerinin fantezilerinden hareketle, “bir realite sorunu” bağlamında birçok kez dikkat çekmiştim. En son “beka sorunu” fantezisini de bu listeye ekleyebiliriz.
Örneğin, biri diyor ki, “Anadolu’yu vatan bildiğimiz günden bu yana bu böyledir. Bin yıldır beka mücadelesi üzerine tarih biçimlendirdik… Sadece 15 Temmuz’a bakın, yetecektir!”
Demek ki bin yıldır beka sorununu aşamamışsın. Öyleyse sen, aslında tarihi biçimlendirememişsin. Bir imkânsızlıktan söz ettiğinin, bu kadar “büyük bir sorunun” varlığını kanıtlamak için 15 Temmuz gibi bir tuhaflığı örnek verdiğinde sorunu ne kadar basitleştirdiğinin, kendi dünyanın da ne kadar kırılgan olduğunu itiraf ettiğinin farkında bile değilsin. Ha bir de şu var: Bu cumhuriyet, siyasal İslam iktidara gelene kadar, çok sorun yaşadı ama, hiç beka sorunu yaşamadı. Bir beka sorunu varsa, belli ki sizden kaynaklanıyor!
Aynı anda iki realitenin içinde birden yaşayabileceğine, ya da birinden öbürüne kolaylıkla geçebileceğine inanma hastalığına bir süredir muhalefet saflarında da rastlanıyor.
Geçen günlerde, bu hastalığın kritik bir noktaya ulaştığına tanık olduk.

‘Ben ülkücüleri severim
Sol-sağ kavramının 17. ve 18. yüzyıllarda kaldığına ilişkin absürt saptamalar bile gelinen kritik noktayı sergilemeye yeter. “Solsağ kavramı 17. ve 18. yüzyıllarda kaldı” diyen şahsın aklındaki sağ-sol nedir bilemem ama sağ-sol ayrımı 17. yüzyılda değil, 18. yüzyılın son çeyreğinde, 1789’la başlar. Bundan sonra, 19. ve 20. yüzyılların tarihi sağ-sol çatışmasının da tarihidir. Dahası, 21. yüzyıldaki gelişmeler karşısında, “sağsol ayrımı” kalktı, “ideolojilerin sonu” geldi safsataları tümüyle iflas etti. Küreselleşme karşıtı hareketlere, meydan işgal hareketlerine, Gezi Olayı’na, son olarak ABD’de ve Avrupa’da, aşırı sağ faşist akımların yükselmesine, muhafazakâr kesimin yeniden bir “sosyalizm” korkusu üretme çabalarına bakmak, sağ-sol ayrımının güncelliğini koruduğunu göstermeye yeter.
Ne yazık ki dahası var! “Sol-sağ kavramı 17. ve 18. yüzyıllarda kaldı” diyen şahıs önce “Ben sosyal demokratım” diyor, sonra “Ben bütün ülkücüleri seviyorum” açıklamasıyla devam ediyor ve ekliyor: “Vatan ülküsü, bayrak ülküsü, bütün herkesi kucaklamak. Eğer bunlar ülküyse ben de ülkücüyüm. Ne var bunda yani?”
Ne yazık ki “ülkücü” kavramını kendine göre tanımlamaya çalışan anlayışta epey bir şeyler var!
Bu ülkenin siyasi tarihinde yalnızca teori ve kültür değil, aynı zamanda olaylar (keza kanlı olaylar) “ülkücü” kavramının anlamını sabitlemiştir. Bu tarih içinde bu kavram, idealizm anlamına gelmez. Bu kavram Ziya Gökalp’ın “Milli mefkure (ülkü)”, Nihal Atsız ve Türkçülerin “Milli ülkü” kavramlarından gelir. Bu ırkçı bir kavramdır, “Turan”, “9 Işık” kavramlarına, “Kontrgerilla” pratiklerine, “Türk-İslam sentezi” çabalarına, bu ülke topraklarında yükselmiş kanlı bir faşist harekete aittir.
Bu kavramın ait olduğu anlamlar sistemi, simgesel evren, sosyal demokrasinin ait olduğu anlamlar ve değerler sistemine taban tabana zıttır.
Kendisini “sosyal demokrat” ve “ülkücü” olarak tanımlayan birinin ya akıl sağlığını ya da samimiyetini sorgulamak gerekir. Ya şizofreni ya da bir başka projeye sadakat! Hangisini seçeyim bilemedim!



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Siyasetin sefaleti 16 Aralık 2024

Günün Köşe Yazıları