Hikmet Çetinkaya

Acılı, Hüzünlü, Yalnız Türkiyem...

21 Kasım 2013 Perşembe

Hayat avuçlarımızın içinden kayıp giderken bazen o yitik yılları düşünüyorum.
İnsan onuru ve sevgi sözcüklerinin en çok kullanıldığı bir ülke Türkiye...
Sadece ikisi değil elbet!
Kardeşlik, barış, demokrasi, din, mezhep, etnik kimlik...
İnsan onurunun ayaklar altına alındığı benim yalnız ülkemin çocukları birer birer vurulur... 17 yaşındaki Dilan A. sekiz adet gaz fişeğiyle 15 derecelik açıyla vurulurken tetiği çeken polisin vicdanında bir sızı var mıdır bugün?
Tetiği çeken, öldüren, komaya sokan o polisler, içlerinde alevlenip tutuşan intikam, kin, nefret tohumlarının nasıl yeşerip kan çiçeklerine dönüştüğünün farkına varmışlar mıdır?
Biz ölümler karşısında niçin duyarsız bir toplum olduk, bugünlere nasıl geldik?
Hicran ve vicdan sözcüğünden ne anladık?
Kapkara vicdanların kuşattığı bir hayatın içinde kullandığımız sözcüklerin sayıları hiç önemli değil...
İnsan onuru, aşkın, sevginin, kardeşliğin, barışın, özgürlüğün simgesidir...
Ne yazık ki çoktan unuttuk!

***

İnsanın, insanların çatışmasını, kavgasını, kavgalarını, savaşı, savaşlarını...
O bitip tükenmez mücadelesini, hak, hukuk, adalet arayışını...
Bunu kendi kaderi ve kaderleri için yaptıklarına inanırım.
Tarih ancak ve ancak böyle değişir...
Son 100 yıla dönüp baktığımızda, bugün sanayileşmiş demokratik toplumlarda, nice savaşların olduğunu, diktatörlerle nasıl mücadele edildiğini, demokrasi ve özgürlüklerin böyle kazanılıp yaşam biçimine dönüştüğünü bilirim.
Kurulu düzen egemenlerin yanındadır ve ezilenlerin daha çok ezilmesini öngörür.
Yeni bir savaş, gelecek günlerin habercisi olabilir...
Şu küreselleşen dünyada, emperyalizm öyle 100 yıl öncesi gibi değildir...
Ahtapotun kolları giderek dünyayı ve bu arada tüm Ortadoğu ve Afrika’yı kuşatmıştır...
Paris Komünü’nün nasıl ortaya çıktığını, Rus devriminin nasıl gerçekleştiğini bilmez, laikliğin bu çağda “din düşmanlığı” olduğunu söyleyip, yoksul insanları sömürüp ezerseniz, halklar o derin uykudan uyanmaz.
Laikos eski Yunancadan gelir, Türkiye’de laik olarak adlandırılır.
Türkçe karşılığı şudur: Halksal...
Milli ya da ulusal egemenlik, yani halkın kendi kendini yönetim biçimi...
Bu da demokrasiyle gerçekleşir...
Elbet demokrasi de salt sandık değildir...
Daha geniş bir yelpazede yerini alır...
Temel hak ve özgürlükler... Tam bağımsızlık... Hukukun üstünlüğü, adalette eşitlik...
Uzatabiliriz...
Hayat böyle başlar...
İnsanlık onuru, sevgi, aşk, barış, kardeşlik...

***

Demokrasi, özgürlük, barış, kardeşlik, aşk ve sevgi...
Ben tüm bunların hayatın rengi olduğuna inananlardanım...
Sınır boylarında şehit düşen Mehmetlerimiz için canım yanıyor, vicdanım sızlıyor, dağlarda öldürülen Kürt çocukları için de, eli kanlı terörde can veren tüm insanlarımız için de...
Suriye’de, Lübnan’da, Mısır’da, Somali’de, Libya’da çoluk çocuk, kadın erkek iki taraf için de.
Biliyorum bu demokrasi, barış, özgürlük mücadelesi, savaşı falan değil...
Her yer yangın yeri...
Her yer kuşatma altında...
Vicdanın karası, hicran yarası.
Hayatlar gidiyor...
Çocuklar 10 yaşında, 15 yaşında kara toprağın altına giriyor.
Biliyorum bir daha o derin uykudan uyanmayacaklar!
Hayatın sayfalarında bunlar yazılıyor...
Hak, hukuk, sınıfsal mücadele “terör hukuku” adıyla tankların paletleri arasında eziliyor.
Kin ve nefret elimizdeki hak, hukuk, özgürlük kavramlarını çalıp götürürken biz sadece seyrediyoruz.
Kimisi şehit düşüyor kimisi “etkisiz hale” getiriliyor.
Bizi bizden koparanların borusu ötüyor benim yalnız ve hüzünlü ülkemde...
Barışın, sevginin, aşkın, bu kin ve nefret hukukundan sıyrılmasını istiyorum ben...
Şehit edilenin de “etkisiz hale getirilen”in de anaları ağlamasın...
Yoksul Türk ve Kürt ailelerin çocukları onlar!



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları