Yazgülü Aldoğan

68’li gazeteci Tuğrul’dan ‘huysuz’a!

17 Kasım 2018 Cumartesi

Tuğrul’un kitabını görünce çok heyecanlandım. Tuğrul Eryılmaz. 68’li ve Gazeteci. Asu Maro ile bir nehir söyleşi. Yapıldığını, yazıldığını biliyordum, hatta ben de fotoğraf vererek katkıda bulunmuştum. O gece okumaya başladım, ertesi gün gece yarısına kadar, nedense uzun sürede. Çok derinlere daldığım için olabilir mi? Şaka değil, 78 yılından beri tanışıyoruz ve “ayrı dünyaların insanı” olmamıza karşın, yollarımız o kadar kesişti ki. Aynı sınava girip aynı fakültede öğretim üyesi olduk. İstanbul’a gelip Nokta’yı çıkardık. Sonra o da ben de, o yayın, bu dergi, o gazete savrulup dururken zaman zaman birlikte çalıştık, kimi uzun, kimi kısa. Sadece gece yarılarına, sabahlara kadar çalışmadık elbet, yiyip içtiğimiz, gezip tozduğumuz da oldu. Bakalım ne anlatmış, nasıl anlatmış, birlikte yaşadıklarımız başkasının gözünden nasıl görünüyormuş, o heyecanla yaladım yuttum kitabı. Buraya kadar olanı bana özel tabii. Sıradan okur, kitabı 68’li bir gazetecinin yaşamöyküsü olarak değerlendirecek. Ama o kadar çok tanıdık isim var ki, herkesi de bir merak saracak. 68’li olmak, şimdiki gençler için Gezi gençliği olmak neyse öyle bir şey. O yıllar Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde 68’li olmak ise bir “Binbir Gece Masalı” gibi bir şey. Aklınıza gelebilecek bütün sol ve sağ fraksiyonlar mevcut. Üstelik bu öğrenciler boykot ve işgal yapmanın dışında ders de çalışıyor ve içlerinden başbakan, bakan, elçi, gazeteci, bilim insanı, anarşist, eylemci, ne ararsanız çıkıyor. Çubuklu pijamalı yurt fotoğrafları da var, Amerikan Haberler Merkezi’ni nasıl taşladıkları da! Ve sonra Tuğrul’un Londra maceraları, Ankara BYYO, İstanbul medyası. Sadece benimle beş ayrı medyada, gazete, dergi, ek, birlikte olmuşsa, siz düşünün artık kimlerle neleri yapmış. Çocukluğundan başlayarak, çocuğuna kadar her şeyi bütün içtenliğiyle anlatmış Tuğrul.

Tarafsız gazetecilik mi?
En çok da gazetecilik, meslek etiği üzerinde durmuş. Israrla, sesi çıkmayanların, sesini duyuramayanların sesi olmaya özen gösterdiğini, tarafsız ve objektif gazetecilik yapmayı amaçladığını anlatmış. Tabii buna katılmıyorum. Bundan âlâ taraflı gazetecilik mi olur! Mesele kimin tarafını tuttuğun. Doğru tarafı tutuyor ve bundan hiçbir çıkar sağlamıyorsan senden âlâsı yoktur. Tuğrul tabii ki soldaydı. Çıkardığı yayınlarda var olabilmek için zaman zaman denge politikası güttüyse de “Ben fakir ve solcuyum” derdi hep! Benden çok para kazandı oysa. Ne hikmetse ben hep atılırdım, o hep istifa ederdi ve buna rağmen ona parasını öderlerdi. Yetenekli ve farklı olduğu için herhalde. Tuğrul’u tanıyanlar onun negatif tavırlarına, herkesi aşağılamasına, kavgacı olmasına karşın onu hep çok sevdi. O ise bazılarını daha çok sevdi. Kitapta kimleri niye çok sevdiğini ise uzun uzun anlatıyor. Beraber çok çalıştık, iyi işler yaptık ama beni çok sevmedi mesela. En büyük suçum Atatürk sevdamdı, bir de yeterince solcu bulmazlardı beni! Ha bir de ben Parisien, o Londra’nın asi çocuğu. Onun arkadaş çevresi daha çok benim bayılmadığım liberallerden, onun da çok bayılmadığı Maoculardan ve yabancı olduğum Kürt solculardan oluştuğu için olsa gerek. Tabii şimdi o sivri diliyle bu yazıma da kim bilir neler diyecek ama yıllar içinde o da çok değişti! O yılların gençleri, gazeteci olmak isteyenler için, çok öğretici, düşündürücü anılar. Hele Alevi bir babayla Sünni bir annenin büyük aşkından doğan altı kardeşin en büyüğü olan Tuğrul’un, ancak daha varlıklı amcanın katkılarıyla sürdürebildiği Mülkiye eğitimi sonunda büyükelçi bile olabilecekken devlet bursuyla beş yıl Londra’da haytalık etme macerasının, o fırlama gazeteciye dönüşmesini bir sosyolojik case olarak değerlendirmekte yarar var! İlahi Tuğrul. Bu söyleşiyi yapabilmek için Asu Maro, iki yıl nelere katlandı kim bilir, eline sağlık, güzel olmuş! (68’li ve Gazeteci, İletişim Yayınları 2018)  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları