Örsan K. Öymen

Cumhuriyet’in anlamı

29 Ekim 2018 Pazartesi

19 Mayıs, 30 Ağustos, 23 Nisan ve 29 Ekim ulusal bayramlardır. Bu bayramlar, din, mezhep, etnik kimlik unsurlarını aşan bayramlardır. O nedenle de, Ramazan Bayramı, Şeker Bayramı, Nevruz Bayramı, Noel Bayramı, Paskalya Bayramı, Yom Kipur Bayramı, Hanuka Bayramı gibi bayramlardan yapısal olarak farklıdırlar.
Bir Müslüman, Noel, Paskalya, Hanuka, Yom Kipur bayramlarını; bir Hıristiyan, Ramazan, Şeker, Hanuka, Yom Kipur bayramlarını; bir Musevi, Ramazan, Şeker, Noel, Paskalya bayramlarını kutlamaz; bir ateist, agnostik ve deist, dini bağlamda bu bayramların hiçbirisini kutlamaz. Trakyalılar, Egeliler ve Karadenizliler, Nevruz Bayramı’nı kutlamazlar. Din, mezhep ve etnik kimlik ile ilgili bayramlar, belli bir dine, mezhebe ve etnik kimliğe ait insanları ilgilendiren bayramlardır. Ulusal bayramlar ise tüm vatandaşları ilgilendirir.
19 Mayıs 1919’da, emperyalist güçlerin işgaline karşı verilen Kurtuluş Savaşı başlamıştır. 30 Ağustos 1922’de bu savaş zaferle sonuçlanmıştır. 23 Nisan 1920’de, halkın egemenliğinin sağlanması amacıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi kurulmuştur. 29 Ekim 1923’te, Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur. Bu tarihler ve olaylar, dünya görüşü, dini, mezhebi, etnik kimliği ne olursa olsun, bütün vatandaşları ilgilendirir, bütün vatandaşların yaşamını etkiler. “Bu bayramlar beni ilgilendirmiyor” diyen kişi, bedenen bu ülkede yaşayıp, ruhen bu ülkenin parçası olmayan kişidir.
Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde gerçekleşen bu gelişmeler, bir yandan dış güçlerin sömürü düzenine, yani emperyalizme son vermiştir, bir yandan da Osmanlı İmparatorluğu’nun kendi vatandaşlarına uyguladığı sömürü ve baskı düzenine, yani monarşik, teokratik ve feodal düzene son vermiştir.
1922’de Saltanatın, yani Padişahlığın kaldırılması; 1924’te Hilafetin kaldırılması ve Öğretim Birliği Yasası’nın yürürlüğe girmesi, medreselerin kapatılıp bilimsel ve laik eğitim sistemine geçilmesi; 1925’te toprak reformu hareketlerinin başlaması; 1926’da Medeni Kanun’un kabul edilerek, yasaların din kurallarından arındırılması ve kadınların gasp edilen bazı haklarına kavuşması; 1928’de anayasadan, 1876’daki Kanun-i Esasi’den kalma “devletin dini İslamdır” ifadesinin çıkarılarak, devletin değil, kendi özgür iradesine göre, vatandaşın dindar veya dinsiz olmayı seçmesinin sağlanması; 1934’te, kadınlara seçme ve seçilme hakkının tanınması; 1937’de, laiklik ilkesinin anayasa maddesine dönüşmesi; tüm bunlar, Cumhuriyetin özünde yer alan, halkın cehaletten kurtulup ilerlemesi ve özgürleşmesi için yapılan devrimlerdir.
1776 Amerikan Devrimi ve 1789 Fransız Devrimi ile başlayan bu süreç, Atatürk’ün öncülüğünde Osmanlı topraklarında 20. yüzyılın başında yaşanmıştır. Batı Avrupa, 15. ve 18. yüzyıllar arasında, Reformasyon, Rönesans ve Aydınlanma devrimleriyle ortaçağdaki teokratik ve despotik yapıyı aşarken, Osmanlı İmparatorluğu, ortaçağda geçerli olan Bizans yapılanmasını aynı yüzyıllarda devam ettirmeye çalışarak kendi sonunu hazırlamıştır.
Recep Tayyip Erdoğan’ın ve AKP’nin, bir karşıdevrim hareketiyle Osmanlı’ya 21. yüzyılda geri dönmeye çalışması, “Yeni Türkiye” adı altında eski ve çürümüş bir yapıyı mezardan diriltmeye çalışması, tarihin akışına aykırı olduğu gibi, Osmanlı’nın içine düştüğü hatanın tekrarından başka bir şey değildir.
Erdoğan’ın ve AKP’nin yapmaya çalıştığı şey, Yunanistan’ın Bizans İmparatorluğu’na, İtalya’nın Roma İmparatorluğu’na dönmeye çalışması gibi bir şeydir. Bu traji-komik bir durumdur.
Şu anda yeryüzünde, kendi ülkesinin kurucusundan bu kadar nefret eden, kendi ülkesini kuran kişinin adını her yerden silen, kendi ülkesinin kurucu ilkelerinin temeline dinamit koyan, kendi ülkesinin kuruluş yıldönümünü ve ulusal bayramını kutlayanlara sınırlama getiren, bu yöntemle emperyalizmin oyuncağına dönüşen başka bir iktidar yoktur!
Erdoğan ve AKP, kaç havalimanı açarsa açsın, tarihe böyle geçecektir.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Adaletsizliğin kaynağı 23 Aralık 2024
Suriye bataklığı 16 Aralık 2024

Günün Köşe Yazıları