Susan Sontag hatırlatıyor! Feridun Andaç’ın yazısı...

Tomris Uyar’la Susan Sontag’ı konuşuyorduk. Ben, Vesaire (1988 / Can Yayınları) üzerine bir tanıtım yazısı yazmıştım. Öykücülüğü etkileyici gelmişti bana. Uyar, kendisinin gözde yazarı olduğunu dile getirirken; o ironik üslubuyla bu öykülerini çok sevdiğini, o günlerde kıskandığı için İngilizce’den çevirmediğini söylemişti. Sonraları denemelerini okurken onunla yeni düşüncelerin, duyguların keşfine çıktığımı söyleyebilirim. Bu konuda bir “el kitabı” niteliğindeki Sanatçı: Örnek Bir Çilekeş (1991), Sontag’ı tanımaya / anlamaya o günlerde bir adımdı.

Yayınlanma: 02.10.2021 - 00:03
Abone Ol google-news

BİLİNÇ TENE KUŞANINCA…

Bugün artık bizi karşılayan birçok yapıtıyla birlikte günlüklerinin yayınlanmasıyla Susan Sontag’ın dünyasına daha da yakınlaştığımızı söyleyebilirim.

Oğlu David Rieff’ın yayına hazırladığı günlüklerin ilk iki cildi (*) adeta otobiyografik yapıt niteliğinde.

1933 doğumlu yazarın 1947’den beri günlük tuttuğunu, defterlerinin sayısının ise 100’ü bulduğunu düşünecek olursak...

Bunlardan yapılan bir seçkinin Sontagvari bir yazarın dünyasına dönük bir tanıklığı da getirdiğini söylemeliyiz.

Kendi payıma Sontag’ın Yeniden Doğan: Günlükler ve Defterler, Bilinç Tene Kuşanınca: Günlükler adı verilen günlük notlarını okurken, onun yaşamının izdüşümüne dönük bir yolculuğa çıktığımı söylemeliyim. Bir yanıyla Albert Camus’nün Defterler’ini hatırlatan günlükler bize bir yazarın dünyasını açıyor, neyi nasıl yaşadığı, ne hissettiği, neler okuduğu, düşünce dünyasının seyrini apaçık gösteriyor. Yapıtlarının, düşünce dünyasının tözünü gösteren her düşünce, duygu kıvılcımı, hatta yaşanmışlıklar buraya yansır. Onun arzuyla beslediği yaratıcı dünyasının seslerini, renklerini görürüz günlüklerinde.

YAZAR YAPITLARINDADIR!

Anlatıcı kahramanın o labirentimsi, döngüsel dünyasının izlerinde kendini bir yazar olarak nasıl inşa ettiğini de gözlüyoruz.

Bir yazar yapıtlarındadır, onun başka yende aramayın sözünü simgeleyen ilk romanı Rüyaların Esiri’nin izlerini / düşünce kıpırtılarını da günlüklerinde buluruz.

Ayrıca; “Okuduklarından notlar… Yaşadıklarından izler… Duygu dünyasından yansılar… Düşüncelerinin seyrindeki gelişmeler/kırılmalar… Özel durumunu yansıtan acı ve hüzünler, sevinçler… Yazma duyarlılığının debisini oluşturanlar”ı da...

“Mahrem Günlük” demesek de; bir yazarın yazma yolculuğunda hayatını nasıl yazı laboratuvarına dönüştürdüğünü izleyebiliyoruz satırlarında.

Orada yazılanlar öyledir, başka türlü yazıda kendinizi var edemezsiniz. Bir hayatınız var, onu nasıl inşa ediyorsanız öyle de yazıyorsunuz. “İçsel günlük” demeli belki böylesi yazılanlara.

Şunu diyor bir yerde Sontag: “Bir sorun: yazımın zayıflığı. Yavan, cümle cümle ilerliyor. Fazla mimari, fazla daldan dala atlıyor.”

KENDİNE GİTMENİN YOLU, GÜNLÜKLER…

Kendini görmek, kendine gitmek, kendini nasıl inşa ettiğini bilmek için tutulan günlükler demeli belki de.

Kimseye bir şeyler anlatmak değildir derdiniz. Kendine yazmak, kendini anlatmak... Kendini görmek, özbilincinin varlığını hissetmektir.

İşte Sontag’ın gösterdiği de budur. Onun günlüklerine döndüğümüzde, her satırında kendisini görürüz. Yaşadıklarını, hissettiklerini, düşündüklerini.

Şunu diyordu 31 Aralık 1957 tarihli güncesinde: “Günlük yazarken kendimi başkalarının karşısında yapamadığım kadar açık yüreklilikle ifade etmekle kalmıyor, kendimi yaratıyorum.”

Sontag, günlüklerinde bir yazı ve yaşama yörüngesi yaratır. Hayatın / insan ilişkilerinin labirentimsi seyrinde gezinirken burada sıklıkla kendine döner; sorar, sorgular, yüzleşir, yüzleştirir yazan / düşünen / yaşayan yazar’ı.

ARZULU BİR VAR OLUŞ!

O hem kendisidir bir insan olarak hem de sevgili / anne / çocuk haliyle hayata tutunma derdinde birinin “dert yorumcusu”dur bu günlüklerde. Yer yer iç sızlatan, onun itaatsiz halini gösteren kayıtlardır.

Oğlu David Rieff, Sontag’ın ölüm yolculuğunu anlattığı kitabında (**) şunları söylüyordu: “Onun bu dünyada var olma biçimini betimlemek için tek sözcük seçmek zorunda kalsaydım eğer, bu sözcük ‘arzulu’ olurdu. Görmek. Yapmak, denemek ve bilmek istemediği hiçbir şey yoktu.”

Doğrusu, on gün boyunca 835 sayfalık günlükleri okurken defterimde tuttuğum 170 sayfalık notlar, Sontag’ın tutkulu bir entelektüel olarak size söyleyeceği ne çok şey olduğunun da bir göstergesiydi, bence.

Fotoğraf: ANNIE LEIBOVITZ

OKURUNA YAKLAŞTI!

Yaşama günlüğüne yansıyan bir özyaşamöyküsünü okuyordunuz adeta. Susan Sontag, yazarlığını okuruna yaklaştıran bir anlatıcı olarak çıkıyordu karşımıza bu kez.

Öyle ki, günlükleri sonladığınızda karşınıza bir Sontag okuma programı yapma duygusuna kapılırsanız hiç şaşırmayın derim. İhtimal, günlüklerin ardından şu iki kitaba da uzanacaksınız: Bilincin Kapısını Aralamak (Jonathan Cott), Susan Sontag: Entelektüel Bir İkon (Daniel Schreiber).

Hem kendini hem de yaşadığı zamanı hatırlatan Sontag’ın günlükleri okurunu yeni bir zaman yolculuğuna çıkaracak…

(*) I. Kitap: Yeniden Doğan: Günlükler ve Defterler: 1947-1963, Susan Sontag; Çev. Begüm Kovulmaz, Everest Yay., 292 s., 2021,

II. Kitap: Bilinç Tene Kuşanınca: Günlükler: 1964-1980; Çev. Begüm Kovulmaz, Everest Yay., 544 s., 2021,

(**) Ölüm Denizinde Yüzmek, David Rieff; Çev.: Pınar Savaş, Agora Kitaplığı, 130 s., 2008.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler