Öyküde kararlılık... M. Sadık Aslankara’nın yazısı...

Salt öykü değil, öteki sanat alanlarıyla dalları da sanatçıdan hep kararlılık bekler. Sanatçıyı bu kararlılık yüceltir, türünde sergilediği dik duruş biraz da. Örneğin Melih Cevdet gibi şiir, deneme, tiyatro farklı türlerde verim sürdürebilirsiniz pekâlâ, ama bunların her birinde “deha kararlılığı” göstermeden ne alanla hesaplaşabilirsiniz ne de ödeşebilirsiniz.

Yayınlanma: 01.04.2022 - 00:02
Abone Ol google-news

Dört öykücü Simlâ Sunay, Nilüfer Altunkaya, Gökhan Yılmaz, Murat Çelik. Yayımladıkları öykü kitaplarına bakarak “kararlı” buluyor değilim onları. Nasıl bir emekten süzülüp geliyorlar, bunu görmek gerekiyor ilkin.

Salt birer hikâye anlatıcısı mı bu yazarlar yoksa özce, biçemce yepyeni ufuklara kapı aralayıp farklı kurgulara, çıkarımlara, yargılara uçurabiliyorlar mı bizi? Bunu yayımladıkları kitap sayısında değil öyküyü işleme biçiminde, anlatılarına sindirdikleri dilsel tutumda, soyutlayım-dönüştürüm yaklaşımında gözleyebiliriz ancak.

SİMLÂ SUNAY: ‘YALANCI BİR BOŞLUK’

Simlâ Sunay, on yıla varan kitaplı öykücülüğünde üçüncü yapıtını yayımladı: Yalancı İçin Bir Boşluk (Everest, 2021). Yüksek soyutlayımlı, yoğun örgülü öykülemeye dayalı son veriminde, “Yalancı için bir boşluktu söz en nihayetinde, doldurabilene,” (20) diyen yazar, kırsal-kentsel / yaşamsal-alansal dönüştürümde, “dünya” sözcüğünü doldurmamız için farklı bir öyküleme getirip okuma dağarımızı zenginleştiriyor.

Simlâ, doğanın içe kıvrıldığı, bireyin kent bungusunda debelendiği fantastik kurmacaya dayalı yapılandırmayla öne çıkıyor. Böylece kentlilik bilincini yeni baştan kuruyor.

Bu bağlamda birbirine geçmeli birer trajik varoluş anlatısı Simlâ’nın öyküleri. Bunlarla yıkıcı gerçeklikler halinde okurun üzerine çullanıyor adeta yazar. Böylelikle fantastik çatılamada yazarın dilsel emeği, dildeki yansımaları alabildiğine parıltılı bir anlatı evreni seriyor okur önüne.

İşlemede göze çarpan uyumsuz tiyatro salvosuna benzer tutumun “yalancı için bir boşluk”tan, “bir boşluk için yalancı”ya kaymasıyla, bunun kimler için kimlerce nasıl doldurulacağı, doldurulması gerektiği okur önüne boca edilmiş oluyor.

Öyküden ödün vermeyen Simlâ, metnin gücüyle, olanaklarıyla yalan hükümlerle doldurulmuş “dünya”nın boşluklarını sorguluyor sonuçta.

NİLAFER ALTUNKAYA: ‘KATI OLMAYAN ŞEYLER’

Nilüfer Altunkaya, on beş yıl önce çıktığı kitaplı yazarlık yolculuğunda bu kez dördüncü öyküler toplamıyla buluşturdu okuru: Katı Olmayan Şeyler (İthaki, 2021) Kısa tümceli, hedefe kilitlenmiş, ancak sonları okurda yeni bir dalga boyu yaratmak üzere öylece ortada bırakılmış öyküler bunlar. Üstelik soğuk, alabildiğine mesafeli bir dil paydasına yaslanmış halde.

Önceki öykü toplamında ölçünlü Türkçeyle kuruyordu metnini yazar, yine öyle. Bunlar daha çok duyarlık tabanında yükselen öykülerdi ama bu kez buz soğukluğunda uzak duruşlu bir öykülemeyle geliyor, şaşırtıcı irkiltmeyle üstelik.

Çünkü herkesin bir biçimde ötekileştiği, herkesin herkesle, hatta kişinin kendisiyle de belirgin uzaklık yaşadığı bu öykü atmosferinde kişiler böylesi yüklü, gergin halde birbirinin gırtlağına çökmüştür kaçınılmaz biçimde.

Bu tutum anne babayla çocuklar, kardeşler arasında da yaşanır, donuk bir evrendedir insanlar, ötede pusudaki karanlık tarafından yutulmayı bekliyorlardır.

Nilüfer, öykülerin sonlarını öylece bırakıp bunları okura sorgulama fırsatı bağlamında sunarken bizi bu distopik evrenle titretip tokatlamaya çalışıyor bir bakıma; “Uğultulu hayat”ın (22) içinde bize, Ey son yolcu, son insan, kendine bak, kendi yolculuğuna dön, demek istiyor besbelli.

GÖKHAN YILMAZ: ‘HEVESİN KAÇIŞ YÖNÜ’

Gökhan Yılmaz, son öykü kitabı Hevesin Kaçış Yönü’nde (YKY, 2021), ev içlerine yönelirken soluk kopyalar halinde insandaki görünmeyen o dünyanın dolantılarını, bireyi yönlendiren oluntuların, olguların, ilişkilerin ayrıntılarını yansıtıyor.

Kişilerin birbirinden gizlediği, gizlemek istediği nelerse söz, eylem, davranış, tutum bunların sosyopsikolojisini çıkarıyor da diyebiliriz.

Yazar, bunları dile giydirdiği ortaoyunu havasında sunuyor. Ancak oyun kimileyin öylesine öne çıkıyor ki, adeta rol çalıp öyküyü figüranlığa düşürüyor görece.

O halde bir yazarın, kaleme aldığı metinde kendi dilini yaratma olgusu, buna dönük çabası nasıl yorumlanmalı, bunun üzerinde de düşünmek gerekiyor. Böyle bir dil, getirdiği çoksesli bakışla, kişilerin iç dünyasına dönük artalan açılımıyla elbette büyük olanak sağlıyor.

Ancak örnek olsun diye sıradan aktarayım. “İlle bir yerlere bulaşıyor acısı,” (11) tümcesinde acının “ulaşması”, “bulaşması” olasılığını da çağıracağından yinelemeye dönüşmeyecek midir bu deyiş?

Okura bunun, bir artalan sezgisiyle kavratılması daha doğru bir yansıtım olmaz mı? Ayrıca yazım olarak bunun böyle mi gösterilmesi gerekir ille?

Yine de Gökhan bir okuma tiyatrosu ya da seslendirme metni havasında öykülerine kattığı cinliklerle bunları köpürtmeyi başarıyor.

MURAT ÇELİK: ‘EPEY’

Murat Çelik, yakın zamanda yayımladığı kitabının yeni basımıyla yeniden öykü okurunun gündemine geldi: Epey (Everest, 2021).

Öykülerinde içe ıhan acıları, yaşanılan yoksunlukları başka bir dille, ama nasıl, kişilerini terapiye almış da onları adeta kendi beden dilleriyle aktarırcasına metne yerleştiriyor yazar. Anlatısında kısa tümceli örüntüye yaslansa da, dilimizin ölçünlü kullanımını aşarak ayrıksı tutumla, işleyimle bunları karşılayıp öyle yer açıyor öykülerinde.

Sözcükler bu evrende kendi anlam bağları dışında farklı bir uyarlıkla sözdizimi akışıyla buluşturulup getiriliyor önümüze.

Murat’ın ürettiği parıltılı deyiş, söyleyiş, sıçramalı anlatım vb. ölçünlü Türkçe dışında bir alanı imliyor bize. Sözdizimlerinde anlamsal ağırlıklar öne çıkarken, aykırı gerçekçi bir bakış da anlatıya ille sindiriliyor. Yanı sıra saçmaya giden bir alaysamayla da kol kola giriliyor bunlarda.

Bir yanıyla kişilerdeki içe-dışa bakış açısından uyumsuz, farklı bir damar üzerinde oturuyor belki Murat’ın öyküleri, ama aynı zamanda trajik bir anlatı düzlemi bu: “insan vardı da sevgi var mıydı hep ya da insan vardı da bu durgunluk, bu küskünlük, bu burukluk niye vardı.” (48) Yazar, öyküsünü çatılarken yoğurduğu bu dille dikkati çekiyor.

Burada andığım dört öykücü, örneklem yalnızca. Öyküde kararlılar, bu kadar değil. Özellikle 1990 sonrasında bunu yansıtan çok sayıda yazar var, bunların neredeyse tamamı gençlerden oluşuyor üstelik. Ustası, kararlısı, yeni başlayanı, öykücülerimiz, öykümüz öylesine zengin ama biz ayırdında mıyız?

www.sadikaslankara.com, her perşembe öykü-roman, tiyatro, belgesel alanlarında güncellenerek sürüyor.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler