Zamanını yaratan anlatıcı: Tarık Dursun K. Feridun Andaç’ın yazısı...

Anlayan, anlatan biri olarak Tarık Dursun K.’nın edebi yolculuğu bize çok şey anlatmaktadır. Cumhuriyet Türkiyesi’nin çağdaşlaşma serüveninin kuruluş sürecini yansıtan bir kuşaktandır. Onun kentin taşrasında doğmuş olması, çokkültürlü / kimlikli İzmir’in doğasında beslenmesi; merkez çevre ilişkilerinde biçimlenen duyarlılık alanlarında gezinmesi...

Yayınlanma: 03.09.2021 - 00:03
Abone Ol google-news

 

FERİDUN ANDAÇ, TARIK DURSUN K.

“Kimse kendini, kendi serüvenini anlatmadan bir başkasının serüvenini anlatmaz...”

Tarık Dursun K.

Anlayan, anlatan biri olarak Tarık Dursun K.’nın edebi yolculuğu bize çok şey anlatmaktadır. Cumhuriyet Türkiyesi’nin çağdaşlaşma serüveninin kuruluş sürecini yansıtan bir kuşaktandır. Onun kentin taşrasında doğmuş olması, çokkültürlü / kimlikli İzmir’in doğasında beslenmesi; merkez çevre ilişkilerinde biçimlenen duyarlılık alanlarında gezinmesi...

İşte bu eksende edebiyat, sinema ilişkisini önde tutan edebiyat dergileriyle soluk alan, okuyarak kurulabilen bir edebiyatın da tutkulu yazıcısı olan Tarık Dursun K. bir kent anlatıcısıdır.

Hasangiller (1955) ve Rıza Bey Aile Evi (1957) adlı anlatıları Tarık Dursun K.’nın ustalığının “erken dönem” ürünleridir. Onun “ara-kesim” dediği toplumsal sınıf insanlarının dünyasını sergilemesi yeni gerçekçilik bakışını getirir edebiyatımıza.

O iki arada bir derede kalmışlık hali, ne işçileşmiş ne de orta sınıf olabilmiş, her bakımdan periferide kalmış insanların dünyasına bakar. Kendisi bu bakışını da şöyle temellendirir:

“Ama ne var, yine bu kesim, bu iki arada bir derede kalmışlığını sürdürürken kendine özgü, değişik yapıda bir dünya da kurmuştur. Proletarya ile de burjuvazi ile de yıldızı barışıktır. Birincisinden az buçuk saygı görür, ikincisinde, birincisi kadar horlamaz fakat pek makbul de sayılmaz.

Kendine özgü dünyasında yaşarken her iki tarafın kurallarından kendi yararına olanı seçmiş, almıştır. Bunları, işine geldiği sürece uygular, gelmediğinde yan çizer.

“Rızabey Aile Evi” romanındaki (İzmir’in kent kültürü ile yakından ilgilidir) bu kesimin adamı olan kahramanımız; sevecenliğine, dostluğuna sığındığı bir başka insana rahatlıkla sırtını çevirebilmekte, arkadaşı ise onun uğruna canından olmaktadır.”

YAZIDAKİ HAYAT

Tarık Dursun K., bir hikâye anlatıcısıdır. Onu edebiyatımızda, “1950 Kuşağı” içinde yeni ve özgün kılan getirdiği duyarlılıkla birlikte anlatısındaki zenginliktir. İnsan odaklı bir anlatıcıdır. Onu çevresi, ilişkileri içinde anlatır. Yakındır her birine; öyle ki kurduğu dünyanın o “küçük insan”ları sevinçleri, kaygıları, umutları, umutsuzluklarıyla var olurlar onun anlatılarında.

Bir yerde şunu diyecektir kendisi de: “Evet, bir dönem hikayelerimde hep kendimden, kendimizden, çevremden, uzak yakın tanışlarımdan söz ettim. Doğrusu da budur, bu idi. Çünkü toplumcu gerçekçi bir hikâyeciyim diye ortaya çıkarsanız, gerçeklerden sapmamanız gerekir. En doğru orantılı gerçek de sizin gözlemlediğiniz ve yaşadığınız gerçektir.”

Onun tanıklığı, yaşadığını yazmak ötesi bir bakışı içerir. Ki, bu yanını da şu sözleriyle tümler:

“Hikâyede genel ya da çoğul gerçek diye bir şey yoktur, tekil gerçeklerden genel gerçeklere gidilir. Bu doğru mu, akıllıca bir saptama mı? Ben yıllar yılı bunun sürdürücüsüyüm.” (*)

Tarık Dursun K., bu bakışı / anlatıcı tutumuyla bir “ekol” yaratabilmiştir. Bugün “Tarık Dursun K. Anlatıcılığı” dediğimizde; hikâye anlatma ile öyküleme / kurma arasındaki ince çizgiyi bize gösteren başat anlatıları hemen gelir aklımıza.

O iki anlatısını başlama noktasına alırsak; 36 Kısım Tekmili Birden (1970) ile Bağrı Yanık Ömer ile Güzel Zeynep (1972) onun özgürlüğünün örneklerini getiren birikimi sunan yapıtlar olarak çıkar karşımıza.

36 Kısım Tekmili Birden’de yer alan öyküler sinematografiktir. Dışavurumcu yanı baskındır Tarık Dursun K.’nın.

Bağrı Yanık Ömer ile Güzel Zeynep’te ise halk hikâyelerini anlatı geleneğinden beslenerek anlatısını yepyeni bir söyleyiş üzerine kurar. “Gelenekten yararlanma” kavramına yeni bir bakış getirir.

Tarık Dursun K.’nın anlatı yolu hep Hasangiller ve Rızabey Aile-Evi’nden geçmiştir. O anlatılarının zamanı / rengi / tınısı neredeyse her anlatısında karşımıza çıkar.

Adeta imbat esintisi gibi gelip bizi sarmalayan bir başka gerçeklik de; İzmir’dir, İzmir’in zamanlarıdır. İzmir’i anlatmaz, “kutsar” adeta!

“GAVUR İZMİR, GÜZEL İZMİR”

2004’te yayımlanan bu kitabını eline aldığında; “Feridun, tam gönlüme göre bir kitap yaptın,” demişti. Kitabın hazırlık aşamalarında baştan sona İzmir’i nefeslemiştik. İzmir, onda, yazdıklarından da fazla yaşıyordu.

Ve nedense, “Alireis’teki Çıkmaz Sokak” anlatısını her okuyuşunda Tarık Dursun K.’yı ve İzmir’i görürüm. Buğulanır gözlerim, içim sevinç de dolar. Kalkıp İzmir’e ve ona gitmek isterim.

Bir gün bunu yapmıştım. Hüseyin Yurttaş, beni İzmir’den alıp eski Foça’daki Tarık Dursun K.’ya götürmüştü. O üçlü buluşmada sinemayı ve İzmir’i konuşmuştuk daha çok. Yurttaş’ın köyündeki taş evinde soluk almıştık. Baktığımız her yer, konuştuğumuz her söz İzmir’di.

Andığım anlatısında neredeyse ezbere okuduğum şu satırlara dönelim;

“İzmir, Alsancak değildir, Karşıyaka hiç değildir. Alireis Mahallesi, gerçek İzmir’dir. Tekke’yi geçtin mi, sağdaki ilk çıkmaz sokakta yan yana dört ev vardır. Biri bizimdi o evlerin. İki katlı, bahçeli ve taraçalı. İzmir, geceleyin ışıklar içinde ve ayaklarımızın altındaydı hep.”

İşte Tarık Dursun K. anlatısını buradan kurmaya başladı. Bir yazın evreni kurdu; özgünlük yarattı orada dili / anlatımı, yansıttığı gerçeklerle... Ve dönüp geldi başladığı kente, İzmir’e... Kendi olma yolculuğunu burada sürdürürken kentini yazdı bu kez.

Bize İzmir’i derinden hissettiren bir yazar olarak; bir yazarın asıl yurdunun dili olduğunu, ama dili var eden kültürün / yerin / kentin de anlamını gösterdi.

(*) Tarık Dursun K., Atım Kaçtı Ben Vuruldum; 2003, Alkım Yay., 270 s.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler