Prof. Kaboğlu: Güçsüzler gücünü gösterdi

Türkiye’nin en önemli anayasa uzmanlarından Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu, 4 ay önce üniversiteden atıldı. Kaboğlu ile ‘işsiz’ akademisyenin bir gününü yaşadık. Her şeyini elinden alan devlet, koruma polisini ise 'unutmuş!'

Prof. Kaboğlu: Güçsüzler gücünü gösterdi
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 29.06.2017 - 19:32

Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu, 27 yıl hizmet verdiği Marmara Üniversitesi’ndeki görevinden KHK ile ihraç edildikten sonra Anadolu’ya açıldı. İzmir’den Van’a Türkiye’nin dört bir yanında çok sayıda konferansta, anayasa değişikliğinin getireceklerini anlattı. Anayasa dışında hiçbir şeye vakti yoktu. Çalışmalarını soluksuz sürdürüyor. Son dört ayda, bir insan ömrünün dört yıla sığdıracağı şeyleri peş peşe yaşadı. Annesini, kaybetti. Kendi tabiriyle artık ‘giysileri’ dışında hiçbir şeyi yok. Memleketi Artvin Borçka’ya daha kısa yoldan ulaşmak isterse, Batum Havalimanı’nı kullanamıyor. Her şeyini alan devlet, 10 yıl önce tahsis edilen koruma polisini ise ‘unutmuş.’ Kaboğlu ile Kadıköy’deki evinde buluştuk. Birlikte vapura binip, Cağaloğlu’ndaki yayınevine gittik. Son beş ayını ve gündemi konuştuk.

- Referandumun ardından Tekin Yayınları’ndan çıkan 15 Temmuz Anayasası adlı kitabınız ikinci baskıyı yaptı...

Demek ki insanlar daha fazla öğrenmek istiyorlar. Referandum öncesinde hep soruyorlardı; ‘17 Nisan sabahı ne olacak’ diye. Ben de ‘16 Nisan günü ne olacak ona bakalım’ diyordum. Ziyaretçi kabul etmiyorum. Davetlere icabet etmiyorum. ‘Siz de lütfen bunları azaltın, Anasayal bilginizi takviye etmek için bütün yetilerinizi kullanın’ diyordum. Kitabıma ilgi gösterilmesi 2019 ve sonrası için beni umutlandırdı.

YSK YAPISI DEĞİŞMELİ

- 17 Nisan sabahına YSK skandalıyla uyanacağımızı düşünür müydünüz?

Konferanslarımda, ‘Hocam’ diyorlardı, ‘Hayır çıksa da seçim hilesi olmaz mı?’ Endişe vardı. Maalesef bu doğru çıktı. YSK’nin daha saydam biçimde ortaya koyması gerekirken yüzüne gözüne bulaştırarak sonucu ilan etmesi kuşkuları artırdı. Manipülasyonlar, sonucu etkilemiyor da olabilir. Madem ki mühürsüz oy var YSK’nin yapması gereken şey oyları yeniden saydırmaktı. Mühürsüz oyların ne kadar olduğunu ortaya koymaktı. Evet yazılı kaşelerin sandıklara gönderilmiş olması bile başlı başına bir sorundur. Bu bile bir iptal veya yeniden sayım nedeni. YSK’nin sonuçları alelacele kesinleştirmesi, gerekçeyi sonradan yazması son derece kaygı verici. Gelecek seçimlere yönelik bugünden önlem alınması gerekir. Benim önerim YSK bu statüsünden çıkarılmalı, diğer mahkemeler gibi sürekli çalışan bir yargı örgütü olmalı. Bu skandalın hayırlı tarafı da var.

- Nedir o?

Yurttaş anayasanın kendisine ne kadar değdiğini görmüş oldu. YSK hiçbir zaman yurttaşın gündemine bu kadar girmemişti. Ben 15 Temmuz Anayasası kitabımın sonunda şöyle yorum yaptım: Darbe girişimi hükümet için fırsat olduysa, 16 Nisan musibeti de muhalifler için, halk için bir vesile oluşturmalı. Ders çıkarıp, daha geniş bir alanda, ‘Yeniden güçsüzlerin gücünü göstereceğiz’ deme noktasında, sanki, tarihimizde ilk kez böyle bir ikilemle karşı karşıya geliniyor. Biz güçsüzüz doğru, biz halkız doğru ama biz aslında güçlüyüz. YSK’nin haklı olduğunu varsayalım yine de 48.6 Hayır, bir demokrasi zaferidir. Güçsüzler gücünü gösterdi demektir. Bunun sığ söylemlerle, güncel, kişisel yorumlarla harcanması bana sorumsuzluk gibi görünüyor. Çünkü baskı büyük, hiçbir propaganda şansınız yok. Tehdit altındasınız. Evet’ler resmi devlet propagandasına dönüşmüş... Şimdi 2019’a yönelik hazırlıklarımıza yoğunlaşmalıyız. Adaylar üzerine konuşmak, hem demokratik sürece yabancı, hem de 16 Nisan’da çıkan sonuca da bir tür ihanet olur.

ÜÇ MAYMUN DIŞINDA MUHATAP YOK

- 7 Şubat’tan sonrayı anlatır mısınız biraz?

Kendi kendime üzülecek zaman olmadı. Kızım Uluslararası İlişkiler ve AB mezunuydu. Sonra Psikolojiye girdi. Atılınca, ‘sana daha fazla yük olmayayım’ dedi. 15 Şubat’ta fakülteden ayrıldı. 25 Şubat’ta annemi kaybettim. Annemin ölüm haberini aldım ve yola çıktım. Köye geç ulaştım. Ev dopdoluydu. Köy muhtarı gece yarısına doğru geldi. Uğurlarken ‘Abi bir şey söyleyeceğim. Akşam polis ve jandarma aradı. İbrahim Kaboğlu annesinin cenazesine geliyormuş. Halkevciler Borçka ve Hopa’dan iki koldan geleceklermiş nümayiş yapacaklarmış. Tedbir alınacak’ dedi. ‘Sakın böyle bir şeye girişmesinler. Cenazeye gelenler gösteri yapmazlar. Kendilerine vazife çıkarmasınlar’ diye sıkıca tembihte bulundum. Memleketimde anneme son görevimi de yaptırmayacaklar neredeyse. Yol kesme filan olmadı neyse ki...

- Odanızı boşalttınız mı?

Boşaltmadım. Anayasa Hukuku Araştırmaları Derneği’nin de faaliyetlerini orada yürütüyorduk. Kadıköy Belediyesi, derneğe bir mekân verecek. Kitapları oraya taşırız diye bekliyorum. Eve sığdırmam mümkün değil. Benim odam kürsü odası olduğu için anahtarı bıraktım. Zaman zaman fakülteye uğramak durumunda kalıyorum. O zaman koruma polisini çağırıyorum. Haber veriyorum. Biri bir laf ederse filan... Rencide olmak rahatsız edici olur. İlk günler yüzüme tuhaf bakıyorlardı şimdi nezaketli davranıyorlar...

- Bazı fakültelerde boşalan odaların hemen doldurulmasını nasıl yorumluyorsunuz?

Akademik dayanışmanın zayıflığı, bu kadar terörize edilmiş olması iki açıdan açıklanabilir. Zaten biz daha güçlü dayanışma içinde olsaydık bu kadar toz duman edemezlerdi. Bazı meslektaşlar da ‘ben görünmeyeyim, başıma bir şey gelmesin’ diye fazla abarttılar. Bu tutum Ankara’nın elini güçlendiriyor. Odalara girme, oturma bence Türkiye’de akademik geleneklerin yerleşmemiş olmasından kaynaklanıyor. Umut kırıcı bir şey.

- Öğrencileriniz ne yapıyor?

Daha o geceden derslerimi, sayısı 10’u aşkın doktora danışmanlığımı sağa sola dağıtmışlar yangından mal kaçırır misali.

- Karar geri alınsa döner misiniz? Kırgın mısınız?

Hukuki mücadelenin ne kadar değerli olduğu konusunda onlara da hukuk dersi vererek sonuna kadar hakkımı ararım ama üniversiteye artık dönmem. Türkiye’de üniversite benim için bitmiştir. Onurlu ölüm hakkını, Türkiye’de geliştiren bir kişinin, öğrencileriyle onurlu biçimde vedalaşamamış, onurlu bir şekilde emekli olamamış olması, bu şekilde bir gece yarısı üniversiteden uzaklaştırılması son derece haysiyet kırıcı. Kırgınlık yok çünkü karşımda kırgınlık duyabileceğim bir muhatap yok; “üç maymun” dışında. Bundan sonrası, yapabildiğim ölçüde hukuki hesaplaşmak olur.

- Sonrası için planınız nedir?

Üniversitedeki görevimi ciddi olarak yaparken, topluma karşı da görevimi göz önünde bulundurarak, yayın yapıyor, yurt dışına gidiyordum. Anayasa toplantılarıyla, yayınlarımla toplum içerisindeyim. Bu birikimi topluma daha çok aktarmak gerekir. Öğrenciler zaten imzalarıma, konferanslarıma geliyorlar. Toplumu bilgilendirmeye çalışmanın daha yararlı olacağını düşünüyorum. Toplum bilgilendiği ölçüde bu haksızlıklar daha da açığa çıkacaktır. Ak Parti’nin seçmenleri bilgilendirilmiş olsalardı, bu kadar Evet demeyeceklerdi.

 
   

BAŞBAKAN İTİRAF ETTİ AMA GEREĞİNİ YAPMADI

- Pasaport iptaline itirazınız sonuçlandı mı?

Birçok itiraz yapıldı ama gelen yanıt yok. Turist paraportu almak için pasaport dairesine gittiğimde İçişleri Bakanlığı’nın genelgesini gösterdiler. Genelgeyi vermediler, yalnızca sayısını ve tarihini alabildim. Bilgi Edinme Yasası kapsamda sordum, ‘Bilgi Edinme Yasası gereği bilgi veremiyoruz’ diye geri döndüler.

- Paristeki dersleriniz ne oldu?

Birden çok amfide dersler programlanmıştı. Kimi meslektaşlar amfilerine skype yoluyla ders yapabilme ortamını sağladılar. 29 Mart günü Eskişehir’de toplantımız vardı. Skype ilk ders ayarlanmıştı. Anadolu Hukuk Fakültesine gittik. Benim gibi 686 ile görevinden uzaklaştırılan İlker Gökhan Şen’in masasından ilk dersi yaptık. Umarım bir an önce döner de masası başkasına kalmaz. Sorbonne’deki derslerimizi 3-5 saat de olsa yaptım ama 25, 30 saatlik dersleri ideal olan yerinde yapabilmek. Bir iki dersim daha var. Laiklik toplantısına metnimi gönderdim. Skype tesisi yoktu. AB parlamentosuna çağrıldım ama gidemedim. İtalya’daki Türkiye- AB toplantısına da skype yoluyla katılarak beş saat süreyle tartıştık...

- Ne olacak böyle? En azından pasaportunuz olsaydı...

Benden çok mağdur olan, çok genç olan, çocuk okutanlar var. Benim beş, altı ay maaşsız kalmam o kadar da önemli değil. Benim tanınmışlığım bir etki yarattı ama... Arayanlardan biri de Cemil Çiçek’ti. ‘Geçmiş olsun’ dedi. ‘Bu şuna benziyor’ dedim; ‘Kurşunlarsınız, bütün şarjörü boşaltırsınız, hızınızı alamazsınız cesedi tekmelersiniz, daha da tatmin olmazsınız cesedi sürüklersiniz..’ Başbakan’ın o konuşmasını hatırlayalım. 22 Şubat günü genel yayın yönetmenleriyle yaptığı toplantıda, ‘Kurunun yanında yaş da yanıyor’ dedi. Çok önemli bir itiraftır bu. Bunu söylüyor ama gereğini yapmıyor. Komisyona başvursunlar diyorsun, komisyonu işletmiyorsun. Anayasa Mahkemesi, tedbir talebimizi ‘yaşam hakları tehlikede değil’ diye reddetti. Bunu neye dayanarak söylüyor. Sürekli hedef gösterildik. ‘Terörist oldukları için attık’ dediler.

- Koruma polisiniz duruyor. ‘Teröristi’ mi koruyorlar bu durumda?

Polisi sürekli çağırmıyorum. Polisle dolaşmak rahatsız ediyor. Emniyete pasaport başvurusan giderken polisle gittim. Kaboğlu’nun korumasıyım deyince, şaşırdılar. 10 yıl önce tahsis edilmişti.

AKP TABANI BİLGİLENDİRİLMEDİ

- OHAL’le yaşamaya alıştı mı Türkiye?

OHAL şalı ülke üzerine örtüldü. Çevrenin, demokratik filizlenmenin yok edilmesi için. Artvin’in OHAL’le hiçbir ilgisi yok. Polisi, jandarmayı, Cengiz İnşaat’a kaçak inşaat yaptırmak için kullanıyor. Halkı bir araya getirmiyor. Türkiye Barolar Birliği Çevre Ödülü’nü alırken, ‘Rakka’da askerlerimiz neden ölüyoruz bilmiyoruz ama Cerattepe örneğinde ülkemizi batırmak için yürütülen faaliyete askerimizin nöbetçi olarak kullanıldığını biliyoruz’ demiştim. OHAL’le anayasa değişikliğini halletti, çevreyi yani Türkiye’yi halletti, dinselleşmeye ivme kazandırdı. Muhalifleri dizginleyerek, tasfiye ederek... OHAL şalı FETÖ’nün üzerine ne kadar örtüldü? FETÖ üzerine örtülü olsaydı mesela, ölüm cezası bu kadar dillendirmezdi...

- AİHM’in akademisyenlere OHAL komisyonunu adres göstermesini nasıl yorumluyorsunuz?

Talihsiz bir karar. Ortada komisyon yok ki. Zaten idari nitelikte. Komisyondan ret cevabı aldık ve idare mahkemesine gittik diyelim. Danıştay Başkanı, sıkılmadan, utanmadan ‘OHAL gayet iyi gidiyor’ dememiş miydi? Cumhurbaşkanı ve Başbakan’a rağmen bunu diyor. Kraldan çok kralcı hukukçularımız olduğu sürece işimiz çok zor. Erdoğan çok daha dürüstçe oynuyor. ‘Ne istediler de vermedim’ diyor. Televizyon ekranlarında ‘FETÖ’nün Erdoğan’la ilgisi yok’ diyorlar. Canikli, üniversiteler için ‘en değerli arazileri onlara vermiştik’ diyor. Yandaşlar, ‘Hayır hiç alakası yok’ diyor. Böyle bir ülkede okumuşlardan, unvanlılardan, profesörlerden, başkanlardan medet ummak yerine, o güçsüzlein gücü halkın sahiplenmesi önemli. 16 Nisan öncesinde olduğu halk biraz daha geleneksel ilişkilerini aşabilirse yeni eklemlenme alanlarını keşfedebilirse olabilir.

- Damat tahliyeleri çok tartışıldı. Siz neler söylersiniz?

Ak Parti tabanı bu olup bitenler karşısında bilgilendirilmedi. Dış tehlikeler, bölgedeki savaş, devletin bekası gibi söylemlerle seçmen manipüle edildi. Cumhurbaşkanı sahaya indi. Referandum yerine kişi oylaması oldu. Büyük haksızlıklar tabandan, seçmenden gizlenmiş oldu. Damatlar olayı iyi bir ders oldu. Bu kadar kitlesel hapsetmenin yanlışlığını ortaya koydu. Sayın savcılardan, hakimlerden, yargı erkinden istediğimiz birilerinin kollanması veya kollanmaması değil, istediğimiz Anayasa’nın uygulanması. Bundan sonra toplumu bilgilendirme süreci çok daha yaşamsal olacak.

TUTUKLAMA SUÇLULUĞUN İTİRAFI

- Nuriye Gülmen ve Semih Özakça cezaevinde, açlık grevi kritik aşamaya geldi...

Hukuk bir tür toplumda birlikte yaşamak için en gerekli harçtır. Hiçbirimizin aklına gelmezdi onların tutuklanması. Hak arama yolları giderek tıkanırken, yeni hak ihlal etme yöntemleri çıkmaya başladı. Dehşet verici bir uygulama . Bizim gibi hak savunucularının da hak savunma yöntemlerini geliştirmesi gerekiyor. Onlar haklı, hiç kimseyi şiddete davet etmediler, kimseyi engellemediler, vurmadılar, kırmadılar sokak ortasında oturup trafiğin akışını bile engellemediler. Şu soruyu sormak lazım: Onları oradan alıp hapishaneye koyanlar acaba neden korkuyorlar? O iki kişinin açlık grevinden mi? Sorunların topluma yansımasından mı? ‘Biz o kadar büyük haksızlıklara yol açtık ki, sorgusuz sualsiz gece yarılarında infaz ettiğimiz görevlileri, bu toplum duymasın. Toplum duyarsa, toplumun vicdanı daha çok rahatsız olur.’ Suçluluğun itirafıdır. ‘Suçluluğum teşhir edilmesindir’ bu. Danıştay Başkanı sayın hanımefendinin dalkavukluğu bunları örtbas edemez.

- Akademisyenleri tehdit eden Sedat Peker ödül aldığında ne düşündünüz?

Şimdi aslında değer yargılarında, toplumsal ortak bellek veya paydalarda çok aşınma var. Bu da dehşet verici bir şey. Öldürenle öldürüleni aynı kefeye koyuyorsunuz. Sonra da öldürülen için şehit mertebesi diyorsunuz. Öldürene de ödül veriyorsunuz. Bu olacak şey mi? Hoşgörü hoşgörülmez olanı hoşgörmek değildir diye bir söz var. Kişi suç işlemiş ve topluma karışmış olabilir ama ayrıca ödüllendirmek ne demek? Bu ödül bu kişiyi suç işlemekten alıkoyup toplumla bütünleştirme amacını mı taşıyor, tam tersine suç işlemeyi mi teşvik ediyor? ’Kan gölünde banyo yapacağım’ diyen, şiddet söyleminde bulunan kişinin böyle bir ödüle layık görülmesi, doğrusu, ödül verenler hakkında da ciddi soru işaretleri doğurur.

KATAR POLİTİKASI YANLIŞ

- Hükümetin Katar politikası hakkında neler söylersiniz?

İçeride nasıl ki kraldan çok kralcılar varsa, dışarıda da var. Bölge barut fıçısına dönmüşken, herkes Katar’dan uzak durmaya çalışırken, uluslararası terörizme bulaşmışlığı ayyuka çıkmışken Türkiye’nin kraldan çok kralcılık yapmaya çalışmasını ne insanilik gereği, ne uluslararası hukuk gereği, ne yerindelik bakımından ne de Türkiye’nin Cumhuriyet döneminden beri geliştirdiği tarafsızlık politikası açısından hiçbir yararının olmadığını düşünüyorum. İktidar partisine de yarar sağlayacağını düşünmüyorum. Anında taraf olduğunu göstererek, arabulucu olma olasılığını da kaybediyor. Bir yabancı ülke arabulucu oluyor ama bizim çok iyi tanıdığımız yakınlığımız hiçbir işe yaramıyor. Tıpkı Suriye, Mısır, İsrail, Rusya gibi yakın ve uzak komşularımızla yürütülen acemice politikalar nedeniyle ortaya çıkan yanlışlıklar zincirinin yeni bir halkasıdır.

ÖNCE HAYDARPAŞA'YI İHYA EDİN

- Osmanlı kültürünü popülerleştirme furyası tüm hızıyla devam ediyor. Baklava alaylarına denk geldiniz mi?

Osmanlıyı sahiplenme konusunda samimi olsalardı hükümeti lağvetmezlerdi. Bakanlar Kurulu’nu ortadan kaldırılmazlardı. Bakanlar Kurulu vekiller heyeti olarak temelini Osmanlı’dan alıyor. Danıştay Osmanlı’dan alıyor kaynağını. Meclis Osmanlı’da filizlendi. Biz ne yapıyoruz? Hükümeti lağvettik, meclisi hafifletiyoruz. Hükümet yoluyla padişahın yetkileri giderek sınırlandı. Osmanlı’yı folklorik kıyafete indirgemek, dejenere etmektir. Osmanlı modernleşmesinin Türkiye’ye bıraktığı olumlu mirası bir gecede kaldırıyorsunuz, öbür tarafta baklavayla, yeniçeriyle canlandırmaya kalkıyorsunuz. Yeniçeriler de Osmanlı’ya büyük gailelere neden olmuştur. Osmanlı’ya saygı duyuyorsanız, meselâ Haydarpaşa Garı’nı ihya edeceksiniz. Haydarpaşa Garı’nı kapatırsanız, baklava partisiyle gülünç duruma düşersiniz. Kendi çocuklarını da inandıramazlar buna. İnandırsalardı 16 Nisan’da oy patlaması yaşarlardı.

- AKM’nin kaderi konusunda ne düşünüyorsunuz?

Koca Türkiye Cumhuriyeti’nde Cumhurbaşkanı’nın işi gücü bitmiş, ‘yıkacağım da yıkacağım’ diyor. ‘Camiyi kuracağım da kuracağım’ diyor. Bu ülkenin Başbakanı, Çevre ve Şehircilik Bakanı, mimarları, mühendisleri yok mu? Her konuya senin mi karar vermen gerekiyor? AKM yenilenebilir kuşkusuz. Herhalde bu konuda ilk konuşacak kişi Cumhurbaşkanı olmamalı diye düşünüyorum. Depremde hasar gördüğü halde tamir edilmedi ise eğer, görevi ihmal söz konusu. Kendini misyoner olarak görüyor ve toplumu yeniden inşa etmek için her fırsatı kullanıyor. ‘200 yıldır kültür ve sanat alanında yeni bir şey yapamadık’ gibi söylemde bulundu. Tam tersine Türkiye’de kültür sanat son 100, 150 yılda gelişti. Benim yorumuma göre burada bir tercih sorunu var. ‘Kültür ve sanat budur’ diyor. Külliye’de büyük bir opera salonu yaptırdığını söylüyor. Hangi Cumhurbaşkanı’nın Saray’ında opera salonu var? Halktan kim gidecek oraya, polis ve jandarma eşliğinde mi gidilir operaya? Tüm bunlar bir toplumun tarihsel kültürel hafızasıyla, birikimiyle oynamaktır. Her alanda bu oyun sahneleniyor.

YOZLAŞMA DERİNLEŞTİ

- Futbolla aranız nasıl? Arda Turan olayını takip edebildiniz mi?

Bir gazetecinin şiddet kullanması hiçbir biçimde kabul edilemez. Hiç kimsenin şiddet kullanmaması gerekiyor. Futbolla aram olmadı. İlk gençlikte voleybol oynuyordum. Futbol gibi sporlara mesafeli durmamın nedeni, paranın ve şöhretin önde olması. Kitlesellik öne çıkmıyor kim parayı çok alıyorsa o öne çıkıyor. O kişi siyaseten de kullanılıyor. Eleştiriye karşı tokat bile atabiliyor. Olacak şey değil. Anadolu kabadayılığı bile değil. Politikacıların sporu kullanmaması gerekiyor. Cumhurbaşkanı Beşiktaş’ı tebrik ediyor ama ‘ben Ferebahçeliyim’ diyor. Kimliklerimizi, eğilimlerimizi sürekli dışa vurmak ne kadar doğru? Batı’da içselleştirme, Doğu’da hep dışa vurma var. Ben sünniyim, aleviyim gibi... Ben yurttaşım, ben insanım öncelikle, indirgeyici kimlikle anılmak istemem. Yurttaşlık, eşitlik ve laiklik kavramlarının sürekli öğütülmesi söz konusu. Demokrasiyi geliştiremememizin bir nedeni...

ETİK VE AHLAKİ SORUN

- Tarkan’ın zeytin mesajının ardından gelen tepkilere ne dersiniz?

Burada iki şey var. Toplumsal hastalıklardan biri. Bizim savunduğumuz görüşlerin mutlaka bir menfaat sonucu olduğunu ima eden bir yaklaşım tarzı. Etik ve ahlaki sorun gibi geliyor. Bir sanatçı, bir gazeteci, bir bilim insanı doğrudan ilgilenmediği kültürel ve toplumsal alanda görüş beyan edebilmeli. Bir yandan da kamu yararı adına yapılan tartışmaları mecrasından çıkarıyor. Bir tür hesaplaşmaya, karalamaya dönüşüyor. Toplumsal sorunları olduğu gibi görememek ve çözüm üretememek gibi kısır döngüyü de beraberinde getiriyor...

- Başbakan Binali Yıldırım’ın tahtaya yazı yazamadığını gördünüz mü?

İlkokulda öğrendiğimiz telaffuzlar değişiyor. İlkokulda öğrendiğime göre KHK, kehekedir. Ama kaheka dersen daha iyi olur deniyor. K bir tane H bir tane. Bilmiyorum sayın Yıldırım da böyle bir noktaya mı takıldı. Bu tür fotoğraflar esas olarak toplumdaki yozlaşmalardır. Yozlaşmalar yumağının fazla derinleşmiş ve genişlemiş olmasını ifade ediyor.

TÜRKİYE YÜRÜYÜŞÜ

- Adalet Yürüyüşü sizin için ne ifade ediyor?

Özgürlükler açısından; Kanun-i Esasi’de 1909’da yapılan değişiklikle, toplanma ve gösteri özgürlükleri tanındı. Bu toplu özgürlük, mekân, zaman ve katılımcılar bakımından bu denli kapsamlı olarak ilk kez kullanılıyor. Muhtemelen dünyada da ilk kez. Bu bakımdan, Adalet Yürüyüşü, Türkiye’de toplu özgürlüklerin gelişmesi bakımından bir dönüm eşiği olarak görülebilir. Katılımcılar açısından; her meslekten, her bölgeden ve her yaştan insanların olması, güzergâh Ankara-İstanbul olarak belirlenmiş olmakla birlikte, ülke genelinde geçerli bir yürüyüş izlenimi yaratıyor. Konu bakımından; başlık “adalet” olmakla, başta Anayasa’ya saygı ve hukuk devleti gelmekle birlikte, hukuk güvenliği ve toplumsal barış talebi, haliyle demokrasi ve insan haklarını talep etme ve savunma iradesi öne çıkıyor. Bu bakımdan da, “Adalet Yürüyüşü”, daha çok bir “Türkiye Yürüyüşü” olarak görülebilir; başka toplumları da esinleyebilecek bir eylem tarzı. Bu nedenle, hedefleri bakımından fikri örgüsü çok iyi işlenmeli.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler