Matematikte aşk, aşkta matematiğin izinde

Edward Frenkel, geçen günlerde önce ODTÜ, ardından Boğaziçi Üniversitesi’nde ‘Yapay Zekâ Çağında Aşk ve Matematik’ başlıklı bir seminer verdi.

Matematikte aşk, aşkta matematiğin izinde
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 06.12.2015 - 16:08

Harvard kökenli Berkeley’deki California Üniversitesi profesörü, New York Times bestseller’ı, matematik dünyasının dâhi çocuğu Edward Frenkel ile Boğaziçi Üniversitesi’ne seminere geldiğinde kesişti yollarımız... Matematik ve aşk ilişkisi üzerine söyleştik.

- Sizi dinlemeye geldiğimde şaşırdım. Böyle bir kalabalığı hiç görmemiştim. İki saat ayakta dinledik. Ne düşündünüz?

Şu anda tarihin önemli bir dönemecindeyiz ve Türkiye odak noktasında duruyor. Bu kadar çok insanın gelmesi beni de şaşırttı. Özellikle de bu kadar genç insanın. Matematik disiplini çok insan çekmez oysa ki! Tabii ki şu adamı gidip görelim diye gelmediler. Bence insanlar yeni fikirlere aç. Bıkmışlar. Eski metotların ve yaklaşımların işe yaramadığını görüyorlar. Yeniliğe ihtiyaç duyduğumuz âşikar. Ve bence matematik bize yeni bir şey öğretebilir. Öğrettiği bir şey, bizim birbirimizden pek farkımızın olmayışı.

- Evrensel bir dil olduğu için mi?

Evet ama bu yanıltıcı olabilir. Matematik üniktir. İdeoloji, din ve ten rengi gözetmeksizin herkes için aynıdır. Bence bize umut verebilir çünkü dünya gittikçe ayrımcılığa doğru gidiyor. Arkadaşlarıma bakınca görüyorum; bir dünya görüşüne yapışmaya ne hazırız! Belki bunda bir konfor arıyoruz zira zayıf olunca bir grubun koruması altına girmeyi yeğliyoruz. Bu bir illüzyon. Bunu yapan insanlardaki değişim beni şaşırtıyor. Kendilerini bir ideoloji ya da dünya görüşünün dar koridoruna hapsediyorlar ve buradan tırmanmak çok zor. Kendilerine kazdıkları bir delik bu. Bana göre kötülüğün kaynağı da bu: Prizime mezhepsel bir şekilde bakmak. Bir insan ölünce, ona insan diye değil, Müslüman mı, Hıristiyan mı olarak bakmak...

- Stalin’in dediğine de geliyor. Çok sayıda insan ölünce, sadece istatistiğe indirgeniyorlar.

Doğru. İlk etapta sayı oluyorlar. İnsanlıktan uzaklaşma. İkinci aşamada kimlik yapıştırma başlıyor. Şu kadar Müslüman, Hıristiyan ya da Yahudi öldürüldü gibi. Oysa, üstümüze yapıştırılan yafta ne olursa olsun, bizler sonsuzuz. Biriz. O yüzden bu kadar genç insanın gelmesi beni etkiledi. Belli ki yeni fikirlere açıklar.

Türkiye’nin sorunu ayrımcılık

-Dünyanın dört bir tarafına gidiyorsunuz, her yerde böyle ilgi yok mu?

Bu ölçüde hiç olmadı. Gerçekten çok çarpıcıydı.

- Bu çok enteresan, özellikle de son OECD Pisa raporlarını göz önünde bulundurup matematik ve bilimde nasıl bir düşüşün içinde olduğumuzu düşününce. Yakınlarda Nokta adlı toplanan ve yargılanan bir dergimizde bir dosya yayımlandı. Orada, devlet yetkililerinin eğitimi nasıl manipüle edip test sistemini 11 senede 13 kez değiştirmelerinin altındaki neden ortaya çıktı. Cahil tut, oy topla!

Bu dünyanın her yerinde böyle. Amerika’da da matematik eğitimi dökülüyor. Sürekli yeni sistemler öneriliyor, yanlış yönlendiriliyor. Politikacılar bir şey yaptıklarını iddia ediyorlar ama yapılmadığı ortada. Bu testleri yapan şirketlerden alınan bağışlar da ortada. Burada çok para var. Hiç iyi bir şey yok demiyorum ama kötü olan bununla ilgili yalan söyleyip sorun olmadığını iddia etmek. Her birimizin doğruyu söylememek için bir bahanesi olabilir; işte kötülük mekanizması böyle işliyor. İşimize gelen bir yalan ya da yarı-yalan yaratıyoruz ve böylece karmaşanın içine saplanıyoruz. Hata yaptığımızı itiraf etmekten korkuyoruz. Ve belli bir dünya görüşüne bağlanınca oradan çıkmakta zorlanıyoruz. Anlamamız gereken, artık işler kontrolden çıkıyor. Burada pek çok insanla konuşma şansım oldu ve Türkiye tarihini irdeledim; belki sorun, hep ayrımcı bir yaklaşımla hareketten çıkıyordur diye düşündüm. Böyle bakmaya devam edersek problemi hiç çözemeyiz, birbirimize bağırıp çağırırız, pozisyonumuzdan milim kaymayız... Ama bu dengesiz hal her an kırılabilir. Öyle bir dünyada yaşıyoruz ki, bombalara ve terörist saldırılara karşı hissizleştik. Yüz kişi ölmemişse, konuşmaya bile değer bulmuyoruz. Buna normal diyoruz ama normal değil.

Kabul edelim, hepimiz biriz

- Korkunç olan bir başka nokta da, Paris’te olan katliama üzülenler, ondan bir gün önce gerçekleşen Beyrut saldırısını ya da Ankara’yı görmezden gelebiliyor.

Aynen. İlk kaç kişi öldü diye bakıyoruz. Sonra da ölenlerin memleketi, dinine odaklanıyoruz. Peki şöyle bir şey denesek: Hepimizin bir olduğunu kabul edip, bizleri yüzlerce yıldır “böl ve yönet” mottosuyla gücü kırsak? Tarih bize pek çok ders veriyor ki öğrenelim. Şunu açıklığa getireyim: Kültürlerimizi ve geleneklerimizi terk edelim demiyorum. İnsanların bir bağ hissetmesi müthiş bir şey. Ama durum şu: Ben çikolata seviyorum ama birisi çikolata sevmiyor diye öldürecek değilim. İkinci soru, bundan kimin yararlandığı sorusu. Bu soruyu sorunca ayan beyan ortaya çıkıyor. Belki bana idealist diyebilirsiniz ama yarın kalkıp “hepimiz biriz” diye cümle kursak şu andakinden ne kadar farklı bir dünyaya uyanırız. Ben bir matematikçi olarak bir olduğumuzu biliyorum, şu basit nedenden dolayı: Hepimiz aynı matematiğe sahibiz. Pisagor teoremi her yerde aynı. Farklı kültürlerde, farklı zamanlarda keşfedildi ve bin yıl önce neyse bugün o, yarın da o olacak. Sorun, bunu herkesin bilmiyor olması, matematiğin gizli bir konu gibi durması. Onu iyi öğretmiyoruz. Çoğu insanın sıkıcı, steril ve alakasız olarak düşündükleri bilim dalında bir ipucu yattığını bilmiyorlar.

Kafamızdaki hapishaneler

- Sence Eflatun, Akademisinin girişine neden “Geometri bilmeyenler giremez” yazdırdı?

Aynı ayrımcılık meselesinden. Bir deney vardı. Balıkları büyük bir tankın içine koyup, aralara cam yerleştiriyorlar, böylece balıklar küçük odacıklara hapsedilmiş oluyorlar. İlk başta balıklar camı bilmedikleri için çarpıp duruyorlar. Sonra sınırları öğreniyorlar. Gece, cam duvarlar çıkartılıyor. Ve tahmin et ne oluyor? Çoğu balık yerinden kıpırdayıp özgürce yüzmüyor. Çünkü o duvarlar beyinlerinde. İşte bununla ilgili: Kafamızda inşa ettiğimiz hapishanelerle. O hapishanelerden firar etmemiz lazım. Bir iyi bir de kötü haberim var: Kötü haber, fikirler çok derinlere işlemiş vaziyette. İyi haber: Sadece aklımızdalar. Gerçek değiller. Biz bugün liderlerimiz kötü, ülkeler kötü diyoruz, ama aslında bu kötülüğü çoğunlukla kafamızda yaratıyoruz çünkü onlara biz kötülüklerini yapmak için vize veriyor, biz seçiyoruz. Asıl önemli olan sensin oysa, o illüzyon değil. Böyle düşünmeye başlayınca insanlığa çok daha yararlı olunacağını düşünüyorum.

Bilimi kullananlar var


-  Mikroda başlayalım, makroyu değiştirelim diyorsun?

Evet. Bazen bana, “Ben ne değiştirebilirim ki?” diyenler oluyor. “Senin tuzun kuru, kendini ispat etmiş bir profesörsün, oysa ben sadece öğrenciyim” diyenlerle tartışıyorum. Yanlış yaklaşım. Anlatmak istediğim nokta şu: Şu dakika kendini bir gruba mensup olarak tanımlamaktan vazgeçebilirsin. O insanlarla arkadaşlığını kesmek zorunda değilsin. Ben kendimi matematikçi olarak tanımlıyorum, Amerikan vatandaşlığım var, Rus kültürüme bağlıyım. Ama bunlar beni tanımlamıyor. Ben, hepimiz biriz diyerek başlıyorum. Şunu da ekleyim, bilimsel metot, insanlığın en büyük başarılarından ama dogma olunca tehlikeli oluyor. Bilimi de baskıcı bir din gibi kullananlar var.

- Kendini antikapitalist Müslüman diye tanımlayan bir teolog olan İhsan Eliaçık’la röportaj yaptığımda, Hazreti Muhammed’in cenazesinde üç beş kişi olduğunu çünkü çoğu insanın şehirde koltuk savaşına girdiğini anlatmıştı...

Sanıyorum Groucho Marx’tı, beni üye olarak alacak herhangi bir kulübün mensubu olmak istemem diyen. Ben de aynı hissediyorum. Kimsenin gurusu olmak derdim yok. Bana güvenmelerini değil, kendilerine güvenmelerini istiyorum. Ben onlara bazı ipuçları veririm. Dediklerimi körü körüne almayın.

- Matematikten neden bu kadar korkuyoruz?

Çünkü abstre (soyut) bir konu. Ya doğru ya yanlışlar var.

‘Gezi insanlığımızı hatırlattı bize’

- Bu kadar Eflatun’a değinmişken sorayım: Devletini felsefeci kralların yönetmesini hayal ediyordu. Peki matematikçi krallar dünyayı yönetse nasıl olurdu?

Kötü fikir! Konferansımda büyük bir tehlikeden bahsettim. Bugün Google mühendisliğin direktörü Ray Kurzweil’ın temsil ettiği bir kafa yapısı var ki, insanın makineden başka bir şey olmadığını öne sürüyorlar. Bir taraftan aşağı teknolojinin getirdiği bombalarla, kurşunlarla öldürülüyor, bir taraftan üst teknolojinin cinayetleriyle katlediliyoruz. Dün Chaplin’in “Büyük Diktatör” filmine gönderme yaptım. Ta 1940’ta, uçak ve radyonun bizi yakınlaştırdığı ama aynı zamanda katılaştırdığından bahsediyordu. Daha fazla nezaket, daha fazla insanlık diye bitiriyordu tiradını. Bugün uçak ve radyoyu, internet ve bilgisayar kelimeleriyle değiştirebiliriz

- Zombi ve vampirlerin kültürdeki popüleritesi de bundan olsa gerek? Sosyal medyaya saplanınca zombileşiyor, kendimize kapandıkça narsistleşiyoruz.

Bunun kökeni kendimize olan güven eksikliğimiz. Kendimizi sevmememiz. Bize yıllarca ailenizi, komşunuzu, memleketinizi sevin denildi. Sevelim tabii ki ama önce kendini sevmeden başkasını asla sevemezsin. Bu narsist olmak demek değil, tam tersi. Kendinle barışık olmak demek. Bunu hiçbir liderden duymuyoruz, neden? Çünkü kendini seven insan zor kontrol edilir

- Matematik bu aşk yolunda nasıl yol gösterdi?

Matematik yalan söylemez. Sorgulamayı öğretir. Çocukken bütünüzdür, sonra hayat devreye girer. Doğallığımızı, saflığımızı, kırılganlığımızı kaybederiz. Ama tecrübe ve bilgi kazanırız. Asıl mesele, o kırılganlığı, saflığı ve doğallığı tekrar kazanmak. Üstümüze yapışan o katmanlardan kurtulmak.

- Sümer tanrıçası Ninsun, yer altı dünyasına inince, bütün mücevherlerinden, kıyafetlerinden, katmanlarından kurtulması gerekmiş...

Gezi aklıma geliyor. Beni orada en etkileyen şey orada insanların farklılıklarının üstünde durmayışıydı.

- En güzel yanı oydu. Kürt, Türk, LGBT, Alevinin yan yana olması.

İşte çıkarmamız gereken ders de bu. Bunun mümkün olabileceğini gördük. Ve ne büyük güçtü. Bize kim olduğumuzu, insan olduğumuzu gösterdi. Saçma yaftaları bir tarafa bırakıp bir olmayı öğretti. Bu gücü kimse durduramaz.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler