Yıkın ehli sünnet yıkın!
Fikret Otyam’ın 23 Ekim 1962’de yayımlanan ilk yazı dizisi... “Arzuhal eylesem deftere sığmaz Omuzdan kesilmiş kolumuz bizim. /Serdari”.
Seher yeli esiyordu otomobilin yanına vardığımda. Elbistan uyanıyordu toz duman. Toz duman ki düşman başına bile değil...
Kavakların dibine çöktüm. Araba hazır değildi de. Gıcır gıcır kağnılar geliyordu pazara. Kağnıların ardında, sıska, kara kuru, kuyrukları arka ayaklarının arasına sıkışmış köpekler, ürkek, çekimser.
Sonra köylüler, elleri değnekli... Kimisi kör, kimisi topal, tümü yorgun, argın. Eşeklerin üzeride uyuyan bebeler. Analarının sırtında kucağında uyuyan bebeler. Kimi hasta, kimi cayırtılı.
Bir insan akını pazar yerine. Mal mülk heybeler, tehlizler, kağnılar dolusu. Saman kağnıları, sap kağnıları, buğday kağnıları, gıcır gıcır, yakarışlı. Artlarında, yanlarında yüzlerce ayak toprağa değdiği zaman puf diye toz kaldıran, çarıklı, lâstikli, çıplak ama hepiciği yorgun, sürünen ayaklar toz duman.
Bölüm bölük insan akını. Arkaları naylonla, traktörler kamyonlar, on beş kişi bindirince, öbek olmuş insan yığılı jeepler. Ve bu kadar araçtan korna sesinden, tedirgin, elindeki değnekle eşekleri sağa sola kovalayan, kağnıların ipine asılan, güya canını, malını kurtarma savaşında o insan seli. Toz duman içinde. Sonra kavakların arasında süzüm süzüm süzülen seherin ilk ışınları. Boru gibi boru gibi tozdan.
Hazırız beg
“Hazırız beg” dedi muavin sandığım arabaya iki satır ırgalıyan adam. “Atla beg” dedi. Atladım. Ehliyeti yokmuş amma alacakmış yakında. İşte böyle köy yollarında bekliyormuş sürmesini! Bu arabayı nice güçlükle almış? Yazmaya ne kalem ne kâğıt yetermiş efendi... İşler iyi değilmiş bir süredir. Para çekilmiş ortadan, amma uydurup borç harç almış bu arabayı... Dururken de giderken de sağ ön teker diğer üç tekere uymamak için elinden geleni yapıyordu.
Şoförümsü genç benzinciye yaklaşınca oradaki çocuğa:
“Kop lan!” dedi. “Şooooordan yimbeş kuruşluk kırmızı biber al, haydi...”
Çocuk yirmi beşliği alınca savuştu. Geldi. Şoförümsü genç o bir paket kırmızı biberi radyatöre boşalttı! Radyatör delikmiş de iyi gelirmiş kırmızı biber. Pekleştirirmiş! Radyatör değil besbelli lâhmacun!
Ne demiş ulu peygamberlerden birisi? “Bana bir kelime öğretenin kulu olurum”... Delik radyatöre yirmi beş kuruşluk kırmızı biber.. Kelime ne demek? Hem iş. Hem cümle öğretti, ben de sizlere.. Ödeştik.
Urus bile...
Sigarları tazeleyip duruyoruz. Acı, soğuk, dişleyici bir rüzgâr var.. Rüzgâr ki tam muhalif.. Sigaralar şıpınadak bitiyor. Canımı teslim ettiğim şoför adayı garç edip vites değiştirdikten sonra dikkati dağıtmak içindişleri arasından:
“Beg” dedi. “Beg.. Bir görmelisin, Urus bile böyle yıkamaz, urus bile!. Ne can dayanır ne yürek!. Varınca göreceksin ya..”
“Varınca değil, dedim. “Varabilsek de sen şuna...”
“Varırız varmaya. Hem. Allahın dediği olur..”
“Orası öyle kardeşim orası öyle.. Yalnız şu fokur fokur kaynıyan radoytörün bir türlü ikiden üçe geçemiyen vitesin, tutmıyan frenin, üç tekere karşı duran şu sağ ön tekerin, senin acemiliğinin hiç mi önemi yok?”
“Doğrusun” dedi ve frene bastı yüz metre ötede durabildik! Buhar salıveren radyatöre bir
tenekeye yakın su boca ettik.
“Bu minval üzre” dağlar, bayırlar, cılız dereler aşıp ”menzil”e varabildik! Türkiyede o gün takvimler aylardan eylülü, günlerden 4 salıyı, saatler ise 10.20’yi gösteriyordu. Tepeye vardık. Araba zart edip durdu. Her ne kadar şoför ben durdurdum dediyse de bozuntuya vermedim. Yol arkadaşın “Nah” dedi. “İşte Bebe mezraası şurası beg, şu topraklar..”
Mezraa yıkım içindeydi. Yığılmış kerpiçler, uzatılmış direkler yuvarlamalar. Çadırımsı tehlizler vardı, çalı çırpı alayçikler rüzgârda sallanan... Ve sanki durmuş ve sanki taşlaşmış insanlar, çoluk çocuk. Çantalarımı sırtlayıp inmeye başladım bayırdan.
Yıkık evler yaklaşıyordu. Temellerinden ağrı göçüvermiş oldukları yere. Göçüvermiş değil de göçütülüvermiş! Çan, Yenice depreminde de görmüştüm böylesini. Birisi Allahın dediği olunca bu da kulun dediği duruma gelmiş! İçim bir hoş oldu, saklasam olmaz, yazmasam hiç olmaz. İşim bu benim..
Saldırdılar efendi
72 yaşındaki Safiye Öztoprak o kemik üstünde salt karşı karşı deri kalmış ince uzun çıdırgı gibi parmaklı ellerini kimi zaman dizine vurarak, kimi zamanda gözüne götürüp yaşlarını silerek anlatıyordu.. Bebeler analarının şalvarlarının dibinde birbirlerinne sokulmuş, ürkek ürkek dinliyorlar. Erkeklerin bile gözleri buğulu. Kadınlar solgun, dalgın. Sakallı yaşlılar daha olgun. Daha güvenli. Biz nicelerini gördük a kadın, a oğul der gibiler. Ne bileyim belki hiç öyle bir anlamı yoktu o bakışların, bana öyle geldi. İllâki böyleydi diye sizleri mi kandıracağım.. Bir kişi konuşuyor, genç, ihtiyar, kadın kısrak, çoluk çocuk suskunluk içinde. İştu buna kalıbımı basarım, aynen böyleydi!
Ara sıra gözlerimi Safiye kadından ayırıp, makas değmemiş kara savruk isyankâr bıyıklarını dişliyen yanık yüzlü erkeklere bakıyorum. Bıyıkların uçları dişleri arasında, kıpırtılı. Gözler zaman zaman, bugün birer kerpiç, kalas yığını haline gelmiş evlerine kayıyor sonra da ağlayıp dövünen, anlatan Safiye kadına...
Kurt sürüsü gibi oğul
Sekiz candarmaydı can, sekiz candarmaydı. Başlarında çavuşları.. Yanlarında hokümatı mamırı icracı.. Arkalarında ben diyelim dost iki yüz sen de can üç yüz. İncecik köylü.. Ellerinde kazmalar, kürekler, sopalar, demir kaldırgaçlar. Yıkın diye bir uğultu can, yıkın diye dost.. Yıkın Alevî’nin evini. Yıkın, vurun. Her kim ki bir taş düşürür, cenneti kazanır.. Yıkın! Yıkın ha ehli sünnet, yıkın.. Kurt sürüsü gibi oğul, kurt sürüsü gibi.. Çoluk çocuk, kadın erker, çiplen, motorunan indiler bayırdan aşağı. Hokümat bu, yık dediyse yıkılır helbet hokümat bu, helbet hokumatın dediği olur. Hokümat diyordu ki ilâmda. 1298 den bu yana Halil oğlu. Gıco’nun tasarrufunda bulunan ve tapusu bunlarda ve Bebe mezraasında inşa edilen 10 evden beşi yıktırılacak ve beş ev dahi boşaltılacak.
Ve hududu aşarken Yenice ve Setrek köylerine ayrılan yol ve Başpınar namı diğer Büyük Pınarın tepesi, garben Başpınar’daki Beşbeylerin çadır yeri, şimalen Yenice Setrek yolunun şarkından geçtiği Sarp ve Küllü güneyi, cenuben. Kapılık kayanın dere boyundan mahdut ver’a içinde on 10 evden beşi yıkıtırılacak ve beşi dahi boşaltılacak..”
Safiye kadın sustu bir aralık. Hemen lâfı aldım:
“Bre anam, saydım, ağıllar hariç yirmi üç ev yıkılmış, bu neme ne?”
YARIN: İncecik ile Aktil köyleri kavgası
En Çok Okunan Haberler
- Fatih Altaylı ve İsmail Saymaz'a soruşturma
- Çok konuşulacak 'adaylık' açıklaması
- 'Tarihe not düşmek için geldim'
- AKP’li belediyeden bir ayda 33 konser
- Mahruki yine yandı
- A Milli Takım'ın Uluslar Ligi'ndeki rakibi belli oldu!
- Fakülteyi kâğıt üzerinde kurmuşlar!
- Tıp fakültelerinde kadavra krizi
- 2 kişiyi öldüren Servet Bozkurt yakalandı!
- Aydın Dağları'nda son yılların en verimli hasadı yapıldı