Haber alma özgürlüğü adına...
Spielberg ustanın 46 yıllık yönetmenlik kariyerindeki 31. filmi ‘The Post’ bence son yıllardaki en önemli eseri.
Spielberg’in ABD’nin yakın tarihinden yaklaşık yarım yüzyıl önceki dönemine kamera tutarak, siyaset-basın ilişkileri bağlamında, 1971’de gerçekten yaşanmış bir gazetecilik olayını konu edinen ve geçen hafta gösterime giren son filmi “The Post”, Vietnam Savaşı’ndan görüntülerle başlıyor.1915’in en başarılı filmlerinden “Spotlight”ın senaristlerinden Liz Hannah’la Josh Singer’in gerçeklerden yola çıkarak yazdığı senaryodan çektiği bu yeni filmiyle gazetecilik, basın özgürlüğü, halkın haber alma hakkı, hukuk, ahlak üstüne gerçekten ders niteliğinde, önemli ve etkileyici bir iş çıkarmış üstad Spielberg, nicedir yaptığı (en son “Snowden” gibi) filmleriyle ülkesinin vakanüvisliğine soyunmuş, çağdaşı Oliver Stone’la rekabet edercesine.
Cesur bir gazeteci...
ABD’nin 1960’ların yarısından itibaren tırmandırdığı ama Ho Şi Min duvarına tosladığı Vietnam Savaşı’nda on binlere varan kayıplarının gittikçe artmasıyla Amerikan kamuoyunun ve antimilitarist ‘68 gençliğinin tepkisini çeken Nixon iktidarıyla hapse düşmeyi göze alarak mücadeleye girişmiş cesur bir gazetenin hikayesi aslında, adını The Washington Post gazetesinden alan film özetle.
Dönemin, vaktiyle gençlerin tükürük protestosuna maruz kaldığını anımsadığım ABD savunma bakanı Robert McNamara (Bruce Greenwood) tarafından görevlendirilmiş Daniel Ellsberg (Matthew Rhys) adlı ordu analistinin hazırladığı raporlara göre, savaşı kaybetmesine ramak kalmış ABD ve Nixon yönetimi, gerçekleri örtbas edip kazanıyoruz açıklamalarıyla Amerikan halkına sürekli yalan söyleyerek sürdürdüğü savaşta tam batağa saplanmıştır.
Ellsberg’in, Pentagon belgeleri denen, kamuoyundan da gizlenen gerçeklere dayanan açıklamaları bölük pörçük New York Times gazetesine sızdırılınca hükümet hemen vatan hainliği suçlamasıyla dava ettiği gazetenin yayınını engeller ama sonrasında, cam arkasından telefonla konuşurken gördüğümüz Nixon’un nefret ettiği ve muhabirlerinin Beyaz Saray’ya girişini yasakladığı, yerel bir gazete olan Washington Post devreye girer, muhabir Bagdikian’ın (Bob Oderkirk) iş bitiriciliğiyle...
İki acar muhabir...
Basın, “yönetenlere değil yönetilenlere hizmet etmek ve herkesin öğrenme hakkı için vardır” gerekçesiyle halkın haber alma özgürlüğünü savunan Post’un sahibesi Kay Graham’la (artık 70’li yaşlarındaki Meryl Streep yine ‘muhteşem’) idealist genel yayın yönetmeni Ben Bradlee’nin (pek de hazzetmediğim Tom Hanks’i bile beğendim) bakış açısıyla anlatılan filmin finalini, yine 2 acar Post muhabirinin (yönetmen Pakula’nın 1976’da “Başkanın Bütün Adamları” başyapıtında anlattığı) Watergate skandalı haberiyle ipini çektiği Nixon iktidarının sonuna bağlamış Spielberg. 1970’lerde Times’ın gücünden yoksun, üstelik erkek egemen sisteme aykırı olarak bir kadının, yani gazetenin kurucusu babasının yerini almış, Kennedy ile de arkadaşlık etmiş kocası Phil Graham’ın ölümünden sonra, biraz zoraki biçimde Post’un dümenine geçmiş Kay, zaten borsaya açılma sürecinin sıkıntılarıyla mali sorunlar yaşayan gazetenin, Pentagon belgelerini yayımlama bedelini ekonomik açıdan kaldıramayacağı, üstelik Nixon’u da öfkelendireceği görüşündeki çalışma arkadaşlarınca küçümsenen bir kadın patron.
Ancak haberi basmak-basmamak ikilemindeki Kay, tarihi bir seçim yapıp Ellsberg’in belgelerini basarak, sonuçta yargı kararıyla kapitalist Amerikan sisteminin yüceltildiği bir finale varıyor.
Spielberg’in, şişkin erkek gazeteci egoları arasına sıkışmış, hanım hanımcık Kay’i liderlik ettiği idealist iş arkadaşlarından daha bir öne çıkardığı film, gazeteciliğin temel ilkelerini yineleyen diyalogları kadar, feminist alt metinleriyle ve göz yaşartıcı haberci dayanışması sahneleriyle de iz bırakıyor.
Nefis görüntüler...
Spielberg’in yıllardır birlikte çalıştığı demirbaş kameramanı ve bestecisi olan Janusz Kaminski’nin nefis görüntüleriyle John Williams’ın müzikleri eşliğinde, zaman zaman ağırlaşan, yalın, özlü bir anlatımla perdeye taşıdığı, Pentagon Papers olarak basın tarihine geçip Vietnam Savaşının sonlanmasında da etkili olmuş bir büyük habercilik olayının bu önemli ve anlamlı filmi, dünyanın en büyük gazeteci hapishanesine dönüştüğümüz son dönemde bize, yani gazetecilik suç değildir diyenlere ilaç gibi geldi kısacası.”The Post” mutlaka görülesi bir film.
En Çok Okunan Haberler
- Fatih Altaylı ve İsmail Saymaz'a soruşturma
- Albaya verilen ceza belli oldu!
- Çok konuşulacak 'adaylık' açıklaması
- 'Tarihe not düşmek için geldim'
- AKP’li belediyeden bir ayda 33 konser
- Mahruki yine yandı
- A Milli Takım'ın Uluslar Ligi'ndeki rakibi belli oldu!
- Fakülteyi kâğıt üzerinde kurmuşlar!
- Tıp fakültelerinde kadavra krizi
- 2 kişiyi öldüren Servet Bozkurt yakalandı!