Solup giden İstanbul
Ferzan Özpetek’in kendi yazdığı romandan hareketle çektiği son filmi ‘İstanbul Kırmızısı’ güçlü oyuncu kadrosuna rağmen beklentileri karşılayamıyor.
Bir kuş misali deniz tarafından İstanbul’a doğru yaklaşan kamera, artık günlük hayatın vazgeçilmez parçası haline gelen dev inşaatlarla ve insanın beynini ütüleyen inşaat gürültüsüyle karşılaştığından mıdır bilinmez, bir anda gerisin geri dönüyor ve şehirden adeta kaçıyor. Bu kısacık sahneyle mükemmel bir şekilde açılan “İstanbul Kırmızısı” ilk anlarıyla heyecan verici bir izleme deneyimi vaat ediyor ama maalesef bu vaadinin çok uzağına, gerisine düşüyor. Gösterime girdiği cuma gününden bu yana çokça konuşulan (hatta neredeyse şimdiye kadar en çok konuşulan Ferzan Özpetek filmi oldu) “İstanbul Kırmızısı” çokça eleştirildi ve sıklıkla “Ferzan Özpetek’den bunu beklemezdik”ten başlayıp “Bunu saymayız”a uzanan bir çizgide hayal kırıklıklarını sıraladı herkes. Şurası bir gerçek ki filmin senaryosu bir hayli sorunlu. Bilenler bilir, Özpetek’in aynı adı taşıyan bir romanı var (bu film de o romandan serbest bir uyarlama) ve o romanın önemli bir kısmı Gezi Olayları sırasında geçiyor. İstanbul’u ve aslında tüm Türkiye’yi derinden sarsan Gezi Olayları (Emek Sineması protestoları da var) romana sağlam bir iskele kuruyor ve bu toplumsal panorama da dramatik yapıyı önemli ölçüde destekliyordu. Filmde ise bu sağlam yapı olmadığı gibi neredeyse yitip giden İstanbul’la özdeş şekilde dağılan, ayakta durmaya mecali olmayan bir dramatik iskelet var. Buna bir de özensizce işlenmiş karakterler eklenince, oyuncu kadrosunun tüm parlaklığına karşın, izleyiciyi tatmin etmeyen bir film çıkmış ortaya.
Anlaşılmaz senaryo
Oyuncular meselesine kısaca değinmek gerekirse, özellikle Çiğdem Selışık Onat, Serra Yılmaz, İpek Bilgin ve Zerrin Tekindor akılda kalıcı ve güçlü performanslarıyla filmi yukarıya çekmeyi başarıyorlar ama Halit Ergenç’in tüm çabasına ve fazla da açık vermeyen oyunculuğuna rağmen tüm filmi sırtlayabildiğini söylemek zor. Tuba Büyüküstün ise ne yazık ki güzel ama yeteneği kısıtlı bir oyuncu gibi çıkıyor karşımıza. Aslına bakarsanız Nejat İşler olsun, Mehmet Günsür olsun, filmdeki tüm oyuncular belli bir kalitenin üzerinde, önemli isimler ama ya senaryoyu içselleştirememişler (anlaşılmaz, üstü kapalı olsun derken oyuncuya dahi ipucu vermeyen bir senaryo zira) ya da karakterlerini benimseyememişler. Öne çıkan oyuncuların ekseri filmde çok kısa yer alan ve genel hikâyeyle doğrudan alakalı olmayan karakterleri canlandırması bu anlamda söylediklerimizi destekliyor aslında.
Gerçeklik hissinden uzak
Bir kayıp vakasına odaklanan ve bir yandan da İstanbul’un kaybolup gitmesine, eski İstanbul’daki yaşam kodlarının geçersizleşip yerini yozlaşmış bir yaşam kültürünün almasına da bir ağıt niteliği taşıyan filmin dikkat çekici bir yanı da içinde aşkın sadece ruhani, hatta zımni yansımasının oluşu. Oysa daha önceki filmlerinde aşkın fiziksel yanını korkusuzca perdeye taşımış, eşcinselliği cesurca işlemiş, tutkuyu alabildiğine yaşatmış bir yönetmen Özpetek. Ne demeliyiz bilemiyorum ama sinemasını bilmesem, kendisini az çok tanımasam muhafazakârlaşmış ya da bazı şeyleri açıkça söylemekten çekinmiş diyeceğim. Koca filmde bırakın bir sevişme sahnesini, tek bir öpücüğün bile yer almayışını nasıl yorumlamalı yoksa? Filmin İstanbul’a, İstanbullulara dair sırıtan, gerçeklik hissi vermeyen çok sahnesi var maalesef. Trafikte can veren kâğıt toplayıcısının “Kâğıtlarım, kâğıtlarım” diye sayıklamasından tutun da, eleştirel olma uğruna komik kaçan burjuvazi tasvirlerine, neler neler... En nihayetinde yalıdan Boğaz’ın deli sularına atlayan yazar karakterinin Doğu’dan Batı’ya geçeyim derken boğuluveren Türkiye’yi sembolize ettiğini ise düşünmek bile istemiyorum doğrusu.
'İstanbul Kırmızısı'
Film yıllar sonra eski kenti İstanbul’a dönen ünlü yazar Orhan’ın (Halit Ergenç) gelişiyle başlıyor. Kısa bir süre sonra anlıyoruz ki aslında ünlü yönetmen Deniz’in (Nejat İşler) yazmakta olduğu romana yardımcı olmak üzere gelmiş İngiltere’den. İstanbul’da hem eski dost ve yakınlarıyla bir araya gelecek, hem de yeni tanışıklıklar kuracak olan Orhan, henüz ilk gece tanıştığı Neval’e (Tuba Büyüküstün) âşık olacaktır. Öte yandan Deniz’in romanında anlattığı karakterlerle de tanışmakta, onun anlattığı hayatı daha iyi tanımaya çalışmaktadır. Ne var ki ertesi gün Deniz ortadan kaybolur ve Orhan bu eski ama artık bambaşka kentte yeni bir maceraya kulaç atmaya başlar.
En Çok Okunan Haberler
- Türkiye'nin en ünlü tekstil devi kapandı
- SMA'lı bebeğin babası intihar etti!
- Muğla'da helikopter kazası: 4 kişi öldü!
- 'Su sorununu çözmek, DSİ'nin görevi değil'
- Soğuk havada TIR kuyruğu 30 kilometreyi geçti
- 'Ev hapsi' kararının ardından ilk kez konuştu
- Öğrencisinin Suriye'de Bakan olduğunu öğrendi
- 190 milyon dolarlık dev rövanşta kazanan belli oldu!
- İstanbul Barosu hakkında soruşturma!
- Evini kiraya verecekler için geri sayım