‘Aslolan hikâyedir’

BluTV’nin yeni dizisi ‘Bozkır’ bu akşam 4. bölümüyle izleyicisiyle buluşuyor. Dizinin senaristi Levent Cantek ile bir söyleşi yaptık.

‘Aslolan hikâyedir’
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 19.12.2018 - 22:38

Tüm dünyada bir değişim yaşanıyor, farkındasınız siz de. Artık yeni kuşakları televizyon başında göremiyoruz pek, daha çok bilgisayarlarında, internet üzerinden, hatta çoğu kez ellerinde akıllı telefon olduğu halde aynı anda iki farklı şey izlerken yakalıyoruz... Nasıl bir konsantrasyondur, izlediklerini anlıyorlar mı meçhul, ama galiba yakın gelecekte kimse TV izlemeyecek ve dijital platformlara yönelecek. Bu elbette üreticileri de başka arayışlara yönlendiriyor ve sadece dijital platformlar için üretilen içeriklerin sayısı yavaş yavaş da olsa artıyor. İşte bu işlerden birisi de BluTV’de yayımlanmaya başlayan “Bozkır”. Orta Anadolu’da isimsiz bir yerde geçen ve bir çocuğun öldürülmesi üzerinden gelişen polisiye olayları anlatan dizide Yiğit Özşener, Altan Erkekli, Ekin Koç, Nur Fettahoğlu gibi isimler yer  alıyor. Dizinin senaryosunda ise daha çok çizgi roman çalışmalarıyla tanıdığımız Levent Cantek imzası var. Cantek ile hem diziyi hem de yeni dizi izleme alışkanlıklarını konuştuk.

- “Bozkır” TV’lerde benzerlerini pek görmediğimiz bir polisiye. Bizdeki polisiyeler daha çok her bölümde bir vakaya odaklanan ve her seferinde yeni bir vakaya geçen yapıda oluyor. Oysa “Bozkır”da tek bir vaka üzerinden ilerliyor hikâye. Biraz nasıl çıktı bu proje, onu konuşalım mı?

Hikâyeler, ister istemez yayın mecrasına göre biçimleniyor. Bozkır, benim çizgi roman olarak daha önce yazdığım bir çalışmaydı. O hali de “kara” bir işti. Bürokrasinin, siyasetin ve şimdiki zaman hallerinin altında ezilen iki polisi anlatıyordum. Sonradan dijital platformu düşünerek senaryolaştırmıştım. BluTV’ye gönderdim, beğeneceklerini biliyordum. Çalışmaya başladık. Sekiz bölümdü, on bölüme çıkarmamı istediler. İlk bölümü tek başıma yazmıştım. Sonraki bölümleri Ali (Demirel) ve Barış (Erdoğan) ile birlikte yazdım. Çizgi romandan esintiler var ama daha başka bir hikâye anlattık.

Sert bir hikâye...

-İnternette yayımlanan dizilerin bazı özgürlük alanları da oluyor haliyle. Daha ilk sahneden oyuncuların sigara içtiğini ya da doğal hayatta olduğu gibi küfürlü konuştuklarını görüyoruz örneğin. Bu ve benzeri özgürlükler sizin işinizi kolaylaştırdı mı?

Dijitale hikâyeyi nasıl anlatacağımızla ilgili deneyimimiz yok aslında. Oyuncusu, yönetmeni, senaristi, müzisyeni hepimiz en baştan öğreniyoruz. TV dizilerinden farklı işler çıkması gerekiyor ama üreticilerden oradan geliyor. Sinema deneyimimiz var, dizi deneyimimiz var ama dijital hikâyeyle ilgili bir dil kurabilmiş değiliz. Hatırlarsınız, televizyonda ilk renkli yayına geçildiğinde stüdyolarda fon olarak her renk gösteriliyordu. Hepsini görebileceksiniz diye abartılan bir tutumdu. Aslolan hikâyedir. Dijitale yazmak benim işimi kolaylaştırdı ya da zorlaştırdı diyemem zaten başka bir yerde yayımlanamayacağını biliyordum. Bozkır, televizyona sert gelecek bir hikâye. 

-Öte yandan bu alanda da yeni yasalar ve olası sansürler geliyor. Yasaklar internete de bulaşınca ne olacak dersiniz?

Sansür gelecek gibi duruyor ama televizyon bir yandan çok yaşlandı, genel eğilim onu gösteriyor, “yarın” dijitalde olacak. Mesele kapitalizmle yerel yasaların nasıl ve ne yönde uzlaşacağıyla ilgili galiba.

-BluTV gibi platformlar sizce Türkiye’de dizi izleme ve dizi üretme alışkanlıklarını değiştirebilir mi?

İzleme zaten değişti. Televizyonlar +45 yaş üzerine hitap ediyorlar. Metropoller, orta sınıftan gençler dizileri internetten izliyorlar. BluTV global eğilimlerin ve Türkiye’deki sonuçların farkında olarak yatırım yapan bir firma. Sadece Netflix’in yatırım ve harcama kalemlerini inceleyin, manzaranın çok aşikâr olduğunu anlayacaksınız. Üretim faslıysa ayrı bir tartışma. Bizim gelişkin bir dizi üretme zanaatımız var. Yurtdışı için ucuz ve “uzun” maddi getirisi olduğu için bu üretim biçimi ister istemez devam eder ama televizyonlarımız maddi olarak eskisi kadar güçlü değiller. Üretilen işler için yeni mecralar gerekiyor. Üretici kısmında olan herkes bunun farkında... Değişecek...

-Senaristler için de yeni bir meydan okuma bu, değil mi? Artık her olayı uzun uzun anlatma devri kapanacak belki de.

Kuşkusuz bir meydan okuma. Ben uzun değil uzatarak anlattığımızı düşünüyorum. Dijital hikâyelerin temposu, sahne ardışıklığı muamması ve dili sahiden farklı. Yeni başladık, öğreneceğiz.

-“Bozkır” Orta Anadolu’da, muhtemelen Ankara kırsalında ya da o yakınlarda bir yerlerde geçiyor. Ama tüm araçlara 88 plaka vererek olmayan bir yerde geçtiğini söylüyorsunuz aslında. Buna neden ihtiyaç duydunuz?

Vallahi ne diyeyim, dava açılıyor, dava açılmasın diye yapıldı.

-Çocuk istismarı ile ilgili bir suç var ortada. Memleketimizde en çok acı çekenler belki de çocuklar... Bu konuda bir mesaj vermek miydi derdiniz? Bunu Suriyeli göçmenler için de sorabiliriz...

Mesaj verme işini doğrudan yapamadığımıza, ajitatif ve öğretmen edasıyla büyüklendiğimize inanırım. Şunu yapmaya çalışırım, “Bozkır”da da bunu yapmaya çalıştık. Sıradan hayatın ve gündelik dilin içinde, ilgisizce geçerken söylediğimiz şeyler oldu. Karaktere ve hikâyeye katkı sağlıyorsa kullandık. Kişisel olarak popüler kültürü bir mücadele alanı olarak görüyorum. On bölüm bittiğinde “farklı” bir hikâye seyrettiğini seyirci anlayacaktır diye düşünüyorum.

-Yazdığınız birçok çizgi roman oldu geçmişte. Bu alandaki pratiğiniz dizi senaryosu yazarken de işinize yarıyor mu?

Yaptığımız işler, çalışma biçimimiz, seyrettiklerimiz, okuduklarımız, ilgilerimiz hepsi yazdıklarımızı etkiliyor. Hızlı yazdığım söyleniyor, yazdığım grafik romanlara bağlayanlar var. Bunu ben ölçemem.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon